Sosyal Ağlarda Biz
English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified

++Sitene Ekle

15 Haziran 2015 Pazartesi

Siyonizm'in Güç Kaynakları



Siyonizm'in Güç Kaynakları 















neo

neo








EVANGELİSTLERİN SON HEDEFİ TÜRKİYE OLACAK!


EVANGELİSTLERİN SON HEDEFİ TÜRKİYE OLACAK!

Kurtoğlu programda, yeni bir dünya düzeninden bahseden küresel güçlerin son fethedecekleri ülkenin Türkiye olacağını vurguladı. Kurtoğlu " Yeni dünya düzeninde son fethedilecek ülkenin adı Edom'dur. Hepimizin kanını donduracak şey şudur. Edom bin yıldır yaşadığımız topraklar, vatanımız yani Anadolu'dur" dedi…
Kurtoğlu Peki, kim bu adamlar? Amaçları ne? Nasıl bir dünya dizayn etmek istiyorlar? Küresel güçlerin başında hangi siyasi aktörler rol alıyor sorusuna da dikkat çekici yanıtlar verdi. 
Koskoca bir ülkenin politikasını işte bu gizli güçlerin belirlediğini vurgulayan Doç. Dr. Kurtoğlu, "Neden Türkiye? Çünkü Tanrının yürüdüğü topraklar olarak nitelendirdikleri yer Anadolu'dur" dedi. Ayrıca Kurtoğlu, İlk bilinen Evangelist'in ABD Başkanı Jimmy Carter olduğunu, ardından Ronald Reagan, George W. Bush'un da birer evangelist olduğunu söyledi. Kurtoğlu, yaklaşık 315 milyon ABD nüfusunun 144 milyonunu bunlar oluşturuyor diye konuştu.



EVANGELİSTLERE GÖRE DÜNYADA HER 4 İNSANDAN BİRİ ÖLECEK!"Bunlara göre Hz. İsa iki defa değil üç defa gelecek, ilk olarak bunlar bulutların üzerine yükselecekler; vur patlasın çal oynasın yapacaklar. Aşağıdaki her 4 insandan üçü ölecek.
Öncelikle ilk kurban biz Müslümanlar olacak sonra Budistler, Japonlar ve Çinliler olacak. ABD' deki 144 milyonun dışındakilerin de şansı yok tabii"
Ayrıca, Ramazan Kağan Kurtoğlu televizyon ve sinema sektörünün de tek dünya devleti kurmayı tasarlayanlar tarafından yönlendirildiğini savundu…
"Hollywood, tamamen İsrail'in ve Yahudilerin kontrolü altındadır. Devasa yapım şirketleri var. CIA'in merkezi orada. Başkanlığın merkezi orası, NSA( National Security Agency)'nın merkezi orasıdır. Sinema ve televizyon inanılmaz bir silahtır. Evangelistler diyor ki "Hz. İsa'nın elinde Hollywood olsaydı başka hiçbir şeye ihtiyaç duymazdı." . İşte bunlar böyle sizin algı eşiğinizle oynuyorlar. İnsanlarımız 20 yıl önceyle şimdiyi kıyaslarlarsa aradaki değişimi göreceklerdir. Matrix filmi tam manasıyla bir Mesih filmidir. Gençler filmleri izlerken görüntülere değil ne söylediğine, gizli amaçlarına bakmalılar.

TÜRKİYE'DEKİ EVANGELİSTLERİ SÖYLERSEM 7.5 ŞİDDETİNDE DEPREM OLUR!Kurtoğlu, Dünya politikalarına yön veren, finans ve medyaya hâkim güçler, Türkiye'de kimlerle işbirliği yapıyor? Sorusuna da "Elbette birçok isim var ama isim vermemiz Türkiye'de 7.5 şiddetinde depreme neden olur. Tüm dünyayı ahtapot gibi sardıkları gibi Türkiye'de de uzantıları elbette var. Amaçlarını gerçekleştirmek için İslam'ı peygambersiz hale getirmek istiyorlar. Bizim üzerimizde üç tane oyun oynuyorlar; birincisi dinimiz. Kardeşi kardeşe düşürüyorlar. Yani Müslümanları bölün bölebildiğiniz kadar. Böl parçala yönet" diye konuştu…

İlluminati Belgeseli Türkçe Dublajlı



İlluminati Belgeseli Türkçe Dublajlı





Uyan Türkiye

Uyan Türkiye










Dünya Gerçekleri Video serisi

Dünya Gerçekleri Video serisi





Dünya Gerçekleri Subliminal Mesaj nedir 





Dünya Gerçekleri Şeytaniler ve beyin kontrolü 

 




Dünya Gerçekleri Şeytanın soyu

 


 



Ünlülerde Akıl Kontrolü (video)

Ünlülerde Akıl Kontrolü (video)



Şeytaniler ve Beyin Konrolü Akıl Kontrolü MK - Ultra

Şeytaniler ve Beyin Konrolü

Akıl Kontrolü MK - Ultra








































The Arrivals Belgeseli (Gelenler) / Tek Parça Türkçe Altyazılı

The Arrivals Belgeseli (Gelenler) / Tek Parça Türkçe Altyazılı





http://dunyagercekleri.web.tv/video/the-arrivals-gelenler-tum-bolumler-birlestirilmis-full___gbjsrrcv3o

Yeni Dünya Düzeni IV: Sağlık ve Toplumsal Hipnoz

Yeni Dünya Düzeni IV: Sağlık ve Toplumsal Hipnoz


Yeni Dünya Düzeni dediğimiz şeyin sağlığına da bıçak dayamış olduğunu biliyor muydun?
Gençler üzerindeki etkileri, çocukların gelişimine yansımaları veya yarattığı yeni toplumsal sınıfların konuşulduğu Yeni Dünya Düzeni'nin tüm insanları hedef belleyen bir etkisi daha var: Florid.

Bu günlerde insan yapımı fabrikasyon bir madde olarak karşımıza çıkan ve aklınıza gelebilecek çoğu şeyin içinde olan floridin, kitlesel olarak ilk kullanımı Nazi Almanyası'na rastlıyor. (1)
Yahudi mahallerinin içme suyu şebekesine konulan birkaç ölçek florid ile Almanya'da yaşayan Yahudileri, kitlesel olarak aptallaştırmak ve kontrol altında tutmak amaçlanıyor.

Nazilerin, gizli bir komplo olarak kullandıkları floridi, bugün cebimizden para vererek evimize soktuğumuzu biliyor muydun peki?

Ucuz ve işlevsel bir madde olmasını ve kendisine karşı bir bilinç gelişmemiş olmasını fırsat belleyen tüketim sanayicileri, pek çok ürünün içerisine floridi de katıyor.
Üretim modelleri ''küreselleşme'' denen canavarın etkisiyle tek tipleştikçe, ürününüz ''yerli üretim'' bile olsa bu kirden payına düşeni almış oluyor.

Fakat henüz tam manasıyla almış değil...
Temiz ve sağlığımızı tehdit etmeyen, bugün ve yarın bizi toplumsal bir uyuşukluğa hapsedemeyecek doğru ürünler için hala geç kalmış değiliz.

1990'larda Jennifer Luke adlı bir araştırmacının bu maddeyi araştırmaya başlaması ile floridin maskesi aralanmış oluyor. Maske bir kez aralandı mı düşmeden edemez; pek çok araştırmacı da o tarihten sonra floridin insan ve çevre üzerindeki etkilerini araştırmaya koyuluyor.

Sonuçlar mı?
İşte onlar korkunç:

Vücudumuzda, floridi tıpkı bir mıknatıs gibi kendisine çeken bir yapı olduğu anlaşılıyor: Epifiz Bezi.
Epifiz Bezi, beynin tam orta noktasında yer alan ve bulunduğu yer itibariyle önemini de açıkça ortaya koyan bir salgı bezimiz: (2)


Çağımızın iç salgı bezi uzmanları ve biyokimyacılar, güncel deneyler ile önemini yeni kavramış olsa da çağlar öncesinden sırrı araştırılan ve aslında büyük ölçüde de sırrı keşfedilmiş bir yaşamsal yapıdır kendisi. Bu yapının kadim kültürlerdeki yeri incelendiğinde çok ilginç şeyler göze çarpıyor:

M.Ö 4. yüzyılda Epifiz'i araştıran Yunanlı anatomi uzmanı Herophilis, bu salgı bezine Türkçesi ''Düşünce Akışını Düzenleyen Büzücü Kas'' anlamına gelen bir ad veriyor önce. Yani Epifiz'in, ruhsal, zihinsel ve fiziksel dünyamızla ilişik bir 'dönüştürücü' olduğunu ileri sürüyor. Erken Latin Dönemi'ndeki Latin bilimciler ise bu beze ''Usta Bez'' adını koyarak, diğer salgı bezlerimizin üstünde bir yapı olduğunu, diğer salgı bezlerini yönetebildiğini savlıyorlar. Bu, onların, epifiz bezimizin diğer bezleri en çok denetleyebilen iç salgı bezimiz olduğunu ta o zamandan bildiklerini kanıtlıyor.
Türk kültüründe farkındalığın ve bilinçli yaşayışın manevi imgesi olan ''kalp gözü'' denen şeyin bedensel gereği, Mısır antik kültüründe herkes uyurken bile açık kalan ve ''Horus'un gözü'' olarak nitelenen şey, Güneydoğu Asya kültürlerinde ise tanrısal farkındalığı ifade edercesine heykelciklerin baş kısmına yerleştirilen motif ve yine bu kültürde ''üçüncü göz'' olarak imgelenen şeyin bedensel gereği, işte bu Epifiz bezidir.
1886'da iki mikro anatomi uzmanı olan H.W. De Graff ve E. Baldwin Spencer'ın, birbirinden bağımsız iki deney yaparak Epifiz bezini ''dumura uğramış bir göz'' olarak nitelemeleri, Güneydoğu Asya kültüründeki ya da Türk kültüründeki ''göz'' imgesinin garip bir rastlantı olmadığını ortaya koyuyor. Çünkü Epifiz bezi, tıpkı göz bebekleri gibi ışığa göre tepki veriyor. (3)

Epifiz bezi, beynin tam ortasındaki ufak bir kozalağı andırır.
Güneydoğu Asya öğretilerinde de bu yüzden heykelciklere şöyle bir ayrıntı işlenir:



Kozalak biçiminde bir başlık.

Ya da Mısır antik kültüründeki tıbbi ilerlemelere bağlı olarak Horus'un Gözü imgesinin, Epifiz bezi ile olan bağlaşıklığını görelim:



Olağan koşullarda bir salgı bezi olması nedeniyle esnek olması gereken Epifiz Bezi, floridi kendisine çekmesiyle kristal bir duvar örüyor kendisine ve kemik gibi katılaşıyor. (4) O saatten sonra ise düzgün bir biçimde büzüşemediği için yaşamsal işlevini doğru bir şekilde yerine getiremiyor.

Peki nedir bu Epifiz bezinin doğamızdaki yaşamsal işlevi? Nedir ki kadim kültürlerde bu denli yer etmiş, bunca araştırmaya konu olmuştur?

1) Epifiz bezi, renk değiştirebilen kurbağa ve balıklarda ''dış dünyaya uyumlanmayı'' sağlar. Balıklar bu bezin verdiği güdüyle renk değiştirir, yani dış dünya ile kendilerini güdümlerler. Hayvanlardaki içgüdüsel korku ve öfke ortaya çıkışları da bu bezin etkisi altındadır.

2) Epifiz bezi, cinsel hormonların ve cinselliğin doğru gelişimi için kritiktir. Kendisini küçültmesi ile ergenlik dönemi başlar, onun küçülmesi ile Hipofiz bezimiz, cinsel hormonlarmızı salgılar.

Çağımızdaki ''Erken Ergenlik'' sapmasının neden yaşandığını şimdi biraz daha iyi anlayabiliriz sanıyorum...

3) Yukarıda saydıklarım, Epifiz'in salgıladığı Melatonin hormonu ile oluyorken Yale Üniversitesi'nden psikiyatr Daniel Freeman'ın çalışmaları sonrasında Epifiz'in Seratonin için de büyük bir merkez olduğu anlaşıldı.

Seratonin hormonu, canlılarda ''mutluluk'' denen duygunun, zindeliğin ve canlılığın ortaya çıkmasını sağlar. Eksikliğinde bunalım, süreğen bir yorgunluk ve 'uyuşukluk' görülür. İnsanın ruhsal ve zihinsel sağlığını tehdit eder.


4) ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü'nden iki araştırmacı, birbirinden bağımsız olarak Seratonin hakkında iki deney yürüttü. (5)
Bizim halk arasında asit dediğimiz şeyin (LSD-25) keşfedilmesinin ardından, bu maddenin çok azının bile Seratonin üzerinde dehşet verici etkilere yol açtığı görüldü. LSD-25'in moleküler yapısı Seratonin'e benzediği için Seratonin'in girmesi gereken yerlere ondan daha önce giderek oraları işgal ettiği, bilinçte derin değişimlere yol açtığı, düşünce değişimlerini kontrol altında tuttuğu, algı yeteneğini kontrol dışı bıraktığı ve hatta kişiyi şizofreniye sürüklediği bile saptandı.

İşte bu noktadan sonrası çok ilginç...
LSD-25'in keşfi ve Epifiz'in işlevinin anlaşılmasıyla Epifiz bezi ve LSD-25 temel bir silah haline dönüştü.
ABD'nin İstihbarat Teşkilatı olan CIA'in Bilimsel İstihbarat Masası'nın, ''MKUltra'' adlı projesini başlatmasına yol açtı.




Proje, insanların bu madde ile hipnotize edilip edilemeyeceğini, ağzından laf alınıp alınamayacağını ve istenilenin yaptırılıp yaptırılamayacağını anlamak için gerçekleştiriliyordu. Duygusal yoksunluk da dahil olmak üzere tüm bu istenilenleri sağladığı ortaya çıktı.
Hatta 1950'lerde LSD'ye sözlü ve cinsel taciz de eklenerek geleneksel bir ABD işkence yöntemi olarak kullanılmaya başlandı. (6)

Kamuoyu kampanyalarının başlaması ile LSD'ye ve insan bilincine yapılan bu saldırıya karşıtlık gelişti. Fakat dönemin CIA Müdürü Richard Helms'in araştırma belgelerini yakmasıyla soruşturma tamamlanamadı ve araştırma büyük bir sır olarak insanlardan saklanmış oldu. (7)




''Küreselleşen dünyanın gerekleri'' diye diye aslında pek de gerekmeyen şeylerle dolu, insan doğasına aykırı, geçmişten kopuk ve gelecekte sürdürülemeyecek bir çöplüğe döndü yaşamlarımız.

Ulusal kültürümüzü aşağılık görmemizle önce konuştuğumuz dil bize yabancılaştı. New York Çok Satanları gibi popüler kültür ürünlerinin hayatımıza girmesi ile de o dille konuştuğumuz şeyler...

Tüketim ekonomisine dönüş yaptığımız için cebimizdeki para yabancılaştı. Küresel Üretim Tekelleri'ne başkaldırmak gibi bir derdi ulus olarak yitirmemizle  de o parayla aldığımız şeyler...

Domates domatesliğine, şehirlerimiz şehirliğine, uluslar ulusallığına, tavuk tavukluğuna, çocuk çocukluğuna, biz bizliğimize yabancılaştık.
Yakın geçmişte bir insanlık suçu sayılan şeyleri bile bugün para vererek evimize sokuyoruz...

İnsan doğasının mucizesi olan ve ''farkındalık, duygusallık, insanlık, ruhsallık, bilinç'' anlamına gelen Epifiz Bezi'miz, doğamıza aykırı tüketim maddelerini ''gönüllü'' olarak tercih etmemiz yüzünden görevini yerine bile getiremiyor. Toplumsal pek çok yönden zaten mutsuzken, mutluluğumuzun önüne geçecek yeni biyolojik nedenler ediniyoruz. Kültürel yönden işgal altındayken bilincimizi biyolojik yönden daha da kapatacak maddelerle dolduruyoruz hayatımızı...

İnsan olarak en temel gereksinimimiz olan sağlığınıza sahip çıkmaya başlayabilir, sodyum floridli ürünleri daha az tüketebilir, küresel üretim tekellerine meydan okuyup yerli veeviçi üretimleri tercih edebiliriz.
Böylece tek tipleşen bir dünyada ulusal ve bireysel zenginliği korumuş oluruz.

En başta ise sağlığımızı...

Bendeniz Üçüncü Şahıs,
Devam edecek...


1) Jennifer Luke, 1997, The Effect of Fluoride on the Physiology of the Pineal Gland. Ph.D. Thesis. University of Surrey.
2) J. Bleibtreu, 1976, ‘The Parable of the Beast‘, Paladin.
3) Jennifer Luke, 2001, Fluoride deposition in the aged human pineal gland.4) Jennifer Luke, 2001, Fluoride deposition in the aged human pineal gland.
5)  R.J. Wartman & J. Axelrod, “The Pineal Gland” ‘Scientific American’. 
6) Dick Russell, One Trail of JFK Assassins, Skyhorse Publishing. s. 273.7) Richard Helms'le Bir Röportaj, CIA. (Ana Metin)

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''



Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde, büyük ülkelerin birbiriyle yaptığı sıcak savaşları geride bıraktık artık. Sıcak savaşların bu ülkelerin hem içinde hem de dışında ne gibi imaj zedelenmelerine yol açtığını ve bu ülkeleri nasıl bir kaosa sürüklediğini ABD'nin Irak operasyonu gösterdi 2000'li yılların başında. 

Kan kokusu burunlarımızın direğini sızlatırken hala vahşetin kokusunu almamış olanlarımıza, şu fotoğraflarla sezdirmek isteriz o günleri en azından: 



 

Postacı kapıyı iki kez, 'demokrasi' ise bir kez çalar! Çağımızda demokrasi, en yüzsüz misafirdir coğrafyalarda. Okyanus aşırı memleketlerden çeşitli diyarlara ithal edilen bir tutam demokrasi, bir gece ansızın çok yıldızlı bayrak taşıyan jetlerden iniverir tepenize.
Yer altındaki bütün kaynaklarınız yerin üstüne çıkarılıp aşırılırken, sizler canınızla birlikte gömülürsünüz aynı yerin altına.

Batılılar, kendilerine layık gördüğü yönetim biçiminin sadece ismini layık görüyor tüm bakir coğrafyalara. İşkenceyle, nefretle, kanla, dayakla, silahla, nefessiz çocuk bedenleriyle nasıl geliyor bu demokrasi diye soruyorsunuz, sorduğunuzla kalıyorsunuz...

Tüm bu vahşete rağmen nasıl oluyor da ABD, demokrasi bekçisi imajını zedelemeden koruyabiliyor peki? 

İnsanlar, diploma nedir bilmezken düşmanın postallarına insan üstü güçle karşılık verdiler; peki nasıl oluyor da çağımızın eğitimli insanı bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa ses çıkarmadan durabiliyor?

Ülkemiz gibi Batı'nın bakkalı durumuna düşürülmüş 'gelişmekte olan devlet'ler, henüz ağzını bile açmamışken tüm dünyada ve ülkede nasıl suçlanabiliyor çeşitli vahşetlerin mimarı olmakla? 

İşte bunun yanıtlarını arayacağız bu sefer:

Sıcak savaşların artan teknoloji ve değerlenen insan hayatıyla çok pahalıya kaçması, emperyalist ülkelerin biriktirdiği sermayeyi boşa harcaması anlamına geliyor artık.  
Bu yüzden çağımız, sıcaklığını terör örgütlerine devreden soğuk savaşların çağıdır. 

Güçlenip rakip olması muhtemel ülkeler (özellikle de stratejik öneme sahip ülkeler), sıcak savaşların yeni temsilcisi terör örgütleriyle eli kolu bağlı duruma getirilir önce. 

Fakat toplumlar, bu kirli oyunu çakarsa perde kapanır ve yeni baş rol oyuncusu artık bağımsızlık olur.
Bunun bilincinde olan Yeni Dünya Düzeni'nin senaristleri, kapanan sıcak savaş devrinde amaçlarına ulaşabilmek için zahmetsiz, masrafsız ama sıcak savaşların sonuçlarından daha kalıcı bir yöntem geliştirdiler: YUMUŞAK GÜÇ! (Soft Power)

Tecavüzcüye kendi rızamızla teslim olmamız anlamına gelebilecek bu yöntem, toplumların zihinlerini boşaltarak onları ışık görmüş tavşana çevirir. 
Boşalan zihinler, 'hayal endüstrisi' başta olmak üzere ülke topraklarında dolaşan zehirli zihniyetlerle doldurulup etkisiz hale getirilir. 
Sıcak savaşlarda kanının son zerresine kadar namusunu, onurunu, toprağını ve varlık hakkını korumuş insanlar, tüm benliklerini hiçlik uğruna severek terk ederler. 

Bugün bu yöntemlerden 'hayal endüstri'sinin başını Hollywood ve çıktıları çekmektedir! İlluminati diye yakındığımız şey ise işte bu emperyalizmin, boşalan zihinleri doldurmakla görevli ayağından başka bir şey değildir.

Ağlamasına tahammül edemediğimiz çocuklar, sussun diye karşısına oturttuğumuz zehir saçan çizgi filmleri izleyerek kişilik gelişiminden yoksun ve çeşitli değerleri cımbızlanmış şekilde büyüyorlar mesela bugün. 
Caillou veya Ben10 izleyen çocukların, nasıl hipnoz olmuş gibi bir anda sessizliğe büründüğünü birçok anne-baba söylüyor artık. 

Ya da Sünger Bob'un zeka geriliğine yol açtığı, psikolojik araştırmalara bile konu oldu! 

Bir zamanların çizgi-romanları ve kovboy filmleri, tüm dünyada Kızılderilileri nasıl uygarlık karşıtı gösterdi; hepimiz farkındayız bugün. 
Bu Kızılderili karşıtı propagandayla oyalanmış ve sessizleştirilmiş toplumlar, sistematik bir şekilde tüm Kızılderililerin nasıl yeryüzünden silindiğini göremediler. 
Görenler, görmeyenleri harekete bile geçiremedi! 

Bugün sanal ortamda en basit savaş oyununda bile ABD'nin hakimiyeti için savaşan orduların piyadesiyken çocuklarımız, gerçek hayatta kalıcı bir barışı ve inşa edilen karanlık düzene karşı yeni nesillerden kayda değer bir bilinci nasıl bekleyebiliriz? 

Sanallaşan bireyler, sanal toplumlar yaratıyor. Toplum olduğunu zanneden bireyler, çeşitli kutupların azılı temsilcileri haline getirilip kürenin bile ısındığı bu çağda buz kesen bir samimiyetsizliğe ve anlaşmazlığa hapsoluyorlar.

Nasıl ki ABD, tüm insanlığın bilincine karşı Irak ''Savaşı''nı barış diye diye yaptıysa ve tüm katliamlarını 'demorkasi' diye diye örttüyse, çağımız da en büyük kindarlığı 'kardeşlik' haykıranlarla, sinsi zihniyetlerini 'şeffaflık' derken bile gizleyenlerle ve insanın vicdanını donduran binbir çeşit propagandayla yapıyor bugün. 

Peki bu ''Yumuşak Güç'' ülkemize kadar ulaştı mı dersiniz?

Ulaşmasa, ulusal bayramlarda ay-yıldız dalgalandırmaya üşendiğimiz balkonlarımız en sıradan günde bile parti bayraklarıyla donatılmış olmazdı bugün. 

Ulaşmasa, dertlendiğimizde sığınabileceğimiz onca halk ve sanat müziğini elimizin tersiyle itip ne dediğini bile anlamadığımız 'şarkı'lara sığınmazdık bugün.
Ulaşmasa, huzur sudan daha rahmet sayılamazdı bu topraklarda. 


Tüm dünyada tüm insanların aynı anda aynı şeyleri okuyup aynı şeyleri dinlediğini hala göremiyor olamayız herhalde?
Bunu ''internet''e bağlayıp geçemeyeceğim, üzgünüm... Çünkü henüz bilgisayarın bulunmadığı ve televizyonun 't'sinin bilinmediği zamanlarda başladı bu 'küresel'lik!

Algılar, zevkler, izlenenler, okunanlar nasıl tek tipleştiriliyor sanıyoruz? Aynı kişilerin elinden çıkmış ve aynı anda 140 ülkede yayınlanan TV programları, bugün ülkemizde de süslüyorsa kanalları; sizce de Yumuşak Güç'ün en yumuşak tarafından okşanmıyor mu bağımsızlığımız?

Yalnızca emperyalizmin kültürel ayağı İlluminati mi boşaltıyor zihinlerimizi? Yalnız o mu yapıyor istediklerini, bizi kandırarak, bizi sindirerek? HAYIR!

Yumuşak Güç, artık tüm dünya ülkelerinde bir fenomen haline geldi ve ülke içinde ''Yumuşak Güç''ü halkına uygulayan ilk 20 devletten biridir bugün Türkiye! (Kaynak: Monocle Dergisi, 2012 Yumuşak Güç Anketi)
Halkına siyasi, ekonomik ve kültürel bir bilinç aşılayıp halkı bir güç haline getirmek yerine, yumuşak güç uygulayıp kendisini halkın üstüdne bir güç haline getiriyor 'kocabaş'lar bugün.

Nasıl mı yapıyorlar?

En güzel yalanları, en süslü şekilde söyleyip bir de bunları pazarlayacak medya kuruluşları bularak!
Bilir misiniz bilmem ama ülkemizin en gözde medya kuruluşları, 'holdinglerin yan sanayisi'dir bugün. Hem danaya girer gibi ihaleye girmekteler hem de halkı güya aydınlatmakta...

Hâl böyle olunca gerekli şahıslardan gerekli ihaleleri kapmak için de... Varsın gerisini siz doldurun!

Üstelik 'basında hukuki yabancı sermaye oranı', AKP iktidarı döneminde artırıldı. Hisselerinin çoğu bizim ulusumuzdan olmayan, 'ulusal' basın kuruluşlarımız var bugün! 


Öyle bir noktaya geldi ki Yumuşak Güç, 'vicdan' kelimesini sözlüklerinde bulunduran Türk toplumunda bile en büyük vicdansızlıklar mağduriyete, en büyük katiller maktüllere, en Allah'sızlarımız ise dini bütün ermişlere çevrilebiliyor bugün.

Durum aynen budur:



Daha geçtiğimiz dönemde en kıdemli askerlerimizin vatan hainliği ile yaftalanacakları soruşturmalara yaka paça nasıl alındıklarını gördük. Askerlerimize verip veriştirildi. Herkes darbe yapıp cami bombalayacaklarından emindi.
Aradan aylar, yıllar geçti ve birçok delil bulduklarını iddia edenler ''delil yetersizliği'' ile salıverdiler dünyanın en güçlü ordularından birinin en değerli parçalarını...

Ordu-Millet kültürüne sahip bir toplumda, eli dışarıda cebi içeride olan sözde 'Atatürkçü' pekçok 'Kenan' da geçti bu coğrafyadan. Onlar bile ordu adı altında işledikleri günahlarla yıpratamadılar bu kutsal kurumumuzu.

Ama bir çağ geldi ve bir manşetle hem dünyada hem ülkemizde 'tü kaka'' oluverdi Türk ordusu!

Dünyanın en seçkin savunma ordularından biri olan Türk ordusunun, namusuna girildi: Kozmik odalara!
Ordu, ''devlet sırrıdır'' dedi, ''Elini kolunu sallayan girmemeli...''.

Buna karşılık bazılarından: ''Savcı, TSK’ nın kozmik odasına giremezmiş, araştırma yapamazmış.Kimse kusura bakmasın,savcılar millet için heryere girer, herkesi soruşturur.'' cevabı geldi.

Fakat yola çıkmış ve içinde ne bulunduğu bilinmeyen MİT tırlarının durdurulup soruşturulması ile ilgili: ''Yargı devletin menfaati, milletin menfaati, kamunun menfaati ve o ülkenin topyekün politikaları konusunda ben canımın istediğini yaparım, istediğim zaman gider durdururum , üstelik 300 jandarma ve polisle giderim diyemez. Ben 300 jandarma ve polisle bir tırın durdurulduğunu ilk defa duyuyorum.'' diyebiliyordu kozmik odalar için yukarıdaki sözleri söyleyenler. 


Üstelik, sadece anayasada belirtilen şekilde MİT'e müdahale edilebileceğini söylediler, anayasal yetkiyi elinde bulunduran askeri başsavcının ''Kozmik odaya girilemez!'' talimatına rağmen kozmik odaları otobüs durağına çevirenler.

Yumuşak Güç'ün yerel aktörleri çeşitli!
Güzellemeler ile meleklerden rol çalanlarımız da var mesela...

Yayınladığı mal varlığı ile ''Ayy, canım, arabasını bile partisi için kullanıyor...'' dedirttirilen Selahattin Demirtaş'ın 'fakir'liğine acımayan kalmadı! Yağda pirinç kavurup onu ekmeğine katık eden fakirlerimizin içler acısı durumunu neyle tanımlayacağım ben bilemiyorum artık.

Yalan mı?

Haykırmıyor muydu kardeşi dağa kaçırılan acılı ailelerden Sevim Uçakay, eski BDP lideri, yeni HDP cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’a: “Senin çocuğun dizinin dibindeyse benim kız kardeşimi de getir. Tabii kendi çocukları Amerika’da okuyor” diye.

Kürt kökenli analarımızın çocukları dağda birer vampire çevrilirken kendi çocukları neoklasik mimariye sahip binalarda fink atıyorlar; yani 'halkların kardeşliği'ni çığırarak halkların zekasıyla alay ediyorlar. 


''Biz ırk siyaseti yapmıyoruz'' deyip tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı adayı olduğunu iddia eden Selahattin Demirtaş, Türkiye'nin en merkezi yerinde, Kadıköy'de (Taksim haricinde daha merkezi bir nokta olamaz belki sosyal açıdan) PKK çaputlarıyla ve tüm Türkiye'nin kanını akıtmış Apo'nun posterleriyle seçim mitingi yaptı geçen hafta.

En Türkiye olan yerlerden birinde, Kadıköy'de bile bu cani ve yıkıcı tavrı sergileyenler, Türkiye'nin nabzının bu sıralar durmaya başladığı yerlerde ''Tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı'' nasıl olabilirler bu üslup, bu içerik, bu tavır ve bu zihniyetle?
Oysa güzide holdinglerimizin güzide paralı kalemlerine bakacak olursanız, Selahattin Demirtaş mazlumların nefes alan son örneği ve kimlik siyaseti yapmayan ırkçılık karşıtı biri!

Yumuşak Güç, bilgi ve bilinçle donatılmış zihinlere sökmez; holding sahiplerine duyuruyoruz buradan. Yine kandıramadınız ve yine kandıramayacaksınız!

Bir de ''Demokrasi''yi kendilerine seçim sloganı yapmıyorlar mı... Eriyorsunuz!
Yıl 2014 ve Doğu'daki illerimizde PKK mahkemeleri kurulmuş, kişileri 'vatan hainliği' adı altında Kürdistan'a ihanet etmek suçuyla yargılayıp 'infaz makamlarınca' idam ediyorlar ve Doğu'da en çok oyu almış, Doğu'yu temsil ettiğini iddia eden ''demokrat''lar düşünce özgürlüğünün zerresine izin vermeyen bu faşizan yapıya gıklarını çıkarmıyor.

Oysa faşist ağalık sistemine karşı halkçı cumhuriyetin yerleştirilmeye çalışıldığı 1900'lerin ortalarındaki girişimleri, vahşet olarak niteleyebiliyorlar.
Yerseniz, baldan tatlı.
Yemezseniz, vicdanınız kahroluyor o ayrı. 


Kahrolan vicdanların altında ezileceğiniz günler yakın! Her köken ve dinden insanıyla bu ulus, ortak bilinç ve arzuyla verecek cevabınızı. 

Banu Avar'dan alıntı yapacak olursak: 
''Bissel, CIA’ nin Gizli hizmetler Direktörüydü. 1968'de yazdığı gizli raporda, toplumlara ‘sızma’ tekniğinden söz ediyordu. Rapora göre, hedef ülkelerde:

    1) Hükümetlere siyasal tavsiye ve danışmanlık,

    2) Tek tek şahıslarla temas, kişisel yardım uygulaması,

    3) Siyasal partilere maddi ve teknik yardım,

    4) İşçi sendikaları kooperativler ve özel örgütlenmeleri desteklemek,

    5) Kişilerin özel olarak eğitilmesi, EĞİTİM TAKASLARI,

    6) Ekonomik operasyonlar,

    7) Gizli propaganda,

    8) Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için askeri ya da siyasal operasyonlar ''

Hadi söyleyin bakalım hümanist kitle örgütleri, 'halkarın dostu' siyasetçiler, ağzı süt kokan solcular, işçi dışında her şeyle ilgilenen bölücü sendikalar ve temeli oynak 'aydın'larımız: Hangi hümanist, halkçı ve aydınlık tarafınızla ulusları hakimiyet altına almaya çalışan bu Yeni Dünya anlayışının her maddesinde iziniz var bugün?

Açılıp kapanan kutular...

Büyük hissedenler...
Ve hissedenleri izleyerek küçülen bizler.

Çocuklarımızı emanet ettiğimiz değer cımbızlayan çizgifilmler...

Amerikan ordusunun seçkin piyadeleri olarak yetiştirdiğimiz körpe bedenler... 

Itri'yi tanımayan ama Mozart'ın her bestesine aşina kulaklar...

Türkçeyi ikinci dili gibi konuşup yazan ama söz konusu İngilizce olunca dil bilgisi ve telaffuz yardıran dil yetenekleri...

İşgal ordusunun ayak basmaya korktuğu topraklarda gönüllü olarak adını işgal ordularına yazdıran bizler kısaca!

Amerikalı Yeni Dünya Düzeni senaristlerinden Max Von Thornburg, 1947'de ‘Türkiye’ye niçin yardım etmeli?’ başlıklı raporunda ''İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun'' altını çizmişti.
Bugün 'ideoloji' adı altında yaşadığımız 'idea' kıtlığının sebebini görmeliyiz artık.

Bizi, bize düşman kılan her türlü fikrin, perde arkasındaki asıl düşmana nasıl hizmet ettiğini bilmeyenimiz kalmamalı!
Bu yolda coğrafyasının iyiliğini isteyen her zihin, 'ulusal' olana hizmet için elini taşın altına bir an önce koymalı artık. Çünkü bizi bu hallere sokan 'küresellik' adı altında yapılan Amerikan seviciliği ve bağımsızlık düşmanlığı, ancak karşı tezi olan 'ulusallık' ile mağlup edilebilir.

Selahattin Demirtaş ve diğer 'ulusallık' karşıtı bölücü korolar, gece gündüz demeden üniversitelerimizde, televizyonlarımızda, gazetelerimizde ve sokaklarımızda zaten halkarın ortak çatısı olan Türklüğe karşı çıkıp ''halklar birliği''nden bahsederken, ''federasyon'' derken, ''eyalet'' derken CIA istasyon şefi Paul Henze'in ''Türk halkına sabah akşam ‘federasyondan’ bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!'' sözleri dikkatle hatırlanmalıdır.


Hatırlamak istemiyor muyuz tüm bu çirkin davaları?
O zaman çok edebiyatını yaptığımız tarih ve insanlık da bizi hatırlamayacak demektir!

Bu yolda herhangi bir 'dert' sahibi değil miyiz?
Öyleyse insanlık erdemine parazit teşkil eden bir 'çok hücreli'den daha fazlası da olamayacağız.

Aldığınız nefesi verdiğiniz her saniye, ciğerlerinize şükretsin bu dünya, bu doğa, bu insanlık...
Bizi yine biz, ülkemizi yine ulusumuz, dünyayı yine insanlık kurtaracak. Vakit, el ele verme vaktidir o halde!

Parmaklarımızı başka parmaklarla kenetlemeye başladığımız gün, bizi en ağır zırhlı ordular bile mağlup edemeyecek sonsuz barışın aydınlık cephesinde. 

Bendeniz Üçüncü Şahıs.
Şahsen el uzatıyorum, ya siz? 


Kaynaklar:

PKK’nın ‘askeri mahkemesi’, Fikret Bila.2012 Yumuşak Güç Anketi, Monocle Dergisi
Küçük Adamlara Büyük Oyunlar, Ömür Kurt

Sızma Operasyonu Ve ‘Kültürel İğdiş',  Banu Avar
Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer (Mutlaka Okunmalıdır!)

Yapay Depremler II: Van Depremi

Yapay Depremler II: Van Depremi




Tarih: 19 Ekim 2011
Yer: Hakkari/Türkiye
Olay: 24 Mehmetçik şehit edildi. Türk ordusu Irak sınırını geçip operasyona başladı.
(Kaynak: burası.)




Ve...


Tarih: Saldırılardan hemen sonra.
Yer: Terör örgütünün geçtiği yollar ve kampları.
Olay: Hiç kullanılmamış mağra delici bombalar kullanıldı. PKK çok ağır zahiyat verdi. Yönetici kadrosundan kişiler öldürüldü.

Basındada yankı bulan olaylardan sonra ve Türk halkının milli beraberlik duygusu harekete geçtikten sonra, durum biraz vahimleşti.

Milliyetçilik duygusu coşan kişiler, Bursa'da Kürt asıllı Türk dükkanlarını ve işyerlerini zarara uğrattı.
(Kaynak: Burdan.)

Ne yapıyorsun sen?
Adam mı oldun?
Çok mu Türk oldun?

Kendine gel.

Bunlar gibi milliyetçiliği bu kadar vahşi bir şey sananlara değinmeden önce, Türkiye'de insanların ağzında dolanan bir söyleme dikkat çekmek istiyorum:

''Kürt.''
''Kürt işyeri.''
''Kürt dükkanı.''

Tebrikler!
PKK'nın işini elinden aldınız.
Hepsi dağdan inebilir, birileri çoktaaan bölmüş ülkeyi.

Neymiş, 24 şehidin içinde 8 tane Kürt varmış.
Yok öyle bir Dünya!

24 şehidin içinde 8 Kürt asıllı Türk var.
Aradaki keskin çizgiyi fark etsin bu büyük hatayı yapan sevgili Dördüncüler.


Banu Avar, Devedjian'a soruyor: Bir Ermeni olarak, Ermeni soykırım iddiaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Devedjian: Ben Ermeni değilim.
Avar: Nasıl olur, siz Ermenisiniz?
Devedjian: Ben Ermeni değilim. Fransa ulus bir devlet. Ben bir Fransız'ım! Fransız'ım!
Avar: Ama ulus bir devlet olan Türkiye'de Kürtlerin kendi kimliklerini öne çıkarması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Devedjian: O başka...






(NOT: Bu ropörtajı biliyorum ancak cümleleri tamamen olduğu gibi aktaramadım, çünkü ropörtaja ulaşamadım. Çok önce Facebook kullanırken bir arkadaşımın sayfasında rast gelmiştim. Genel ağ (internet) üzerinde ise yalnızca yorumlayarak değinilmiş ve asıl cümleler yer almamakta.)

Soylarına laf söylenince hoplayıp zıplayan Ermeni'yi görüyor musunuz?
Kendisine Fransız diyor. Ulus bir devlette yaşıyorum diyor.
Türkiye de ulus bir devlet?

Sevgili Kürt kökenli kardeşlerimden bazıları ise, aynı kültürde, aynı toprakta, aynı danslar ve yemeklerle yüzyıllardır yaşamamıza rağmen kendisini Türk ulusuna, milletine ait hissetmiyor?
Hadi bunu geçiyorum, sevgili bazı Dördüncüler de bu kardeşlerimi ''Kürt'' sıfatıyla çağırarak ayrıştırıyor.

Uyanın!

Bölünüyorsunuz!

Psikolojik olarak, fikirler olarak bölüyorlar sizi!

Selanik göçmeniyim ama bir Yunan değilim!
Bir diğer soykolum ise Bulgar topraklarında ama Bulgar değilim!
Ben ataları Bilecik'e yerleşmiş olan bir Türk'üm!

Hadi ben Türk soyna aitim. Selanik Türk'üyüm. Ama Bosna'dan göç etmiş olan ve hiçbir Türk geni taşımayan arkadaşlarım da kendisine Türk diyor.
Onlara Boşnak diyen yalnızca sensin.

Lazların hepsi, kendisine ''Laz'' değil ''Türk'' diyor.
Onlara Laz diyen yalnızca sensin.

Bazı Kürt kardeşlerim de kendisine Türk diyor, Türkiye'nin ulus bir devlet olduğunun farkında.
Ama onlara da Kürt diyen sensin.

Birilerine hesap sormadan önce, bok atmadan önce; aynaya baksak?
Ve bölmenin hasını kendimizin yaptığını fark etsek?
Bu ülkede Kürt, Bulgar, Boşnak, Çerkez yaşamıyor. Bu ülkede Kürt asıllı, Bulgar asıllı, Çerkez asıllı Türkler yaşıyor.

Tıpkı ABD'de yaşamış olan Alman asıllı Amerikan bilimadamı Einstein gibi yaşıyorlar bu ülkede.

Bu yüzden hem seni, hem Türk basınını, hem de Türk bürokrat ve işveren sınıfını kınıyorum.




Bursa'daki olaylardan devam edecek olursak sevgili Dördüncü,
Yurtdışı kaynaklı yönetildiğini bildiğimiz bu örgüt, halkı bu duruma getirmek için çabalıyor zaten.
Ve milliyetçi geçinen bazı kadim dostçuklarımız ise, milliyetçilik sandıkları bir tepki ile, bu örgütün ekmeğine yağ sürüyorlar.
Şeker şeyler.









Ama bu kadarla da kalmaz.
Anlaşılan o ki birilerine yetmemiş bu kadar karışıklık yaratmak.




Nasıl mı?

Tarih: 23 Ekim 2011
Yer: Van
Olay: 7.2 şiddetinde deprem



Evet sevgili Dördüncü.
Kanımı donduran bu olaylar...çok iğrenç.

Asker haddinden fazla Irak'a girdi.
Türkiye haddinden fazla çemberi gevşetti.
Türkiye haddinden fazla bilinçlenmeye başladı.
Sosyal ağlarda haddinden fazla bilinçli konular konuşulur oldu.
Sosyal ağlardaki kişiler artık Terör haberleri için timsah göz yaşı döküp, duygusal reyting sağlayan kanalların farkında.
Bu kişiler artık tepki veriyor.
Bu kişiler artık ''Diziler kaldırılsın.'' sözünü tartışıyor.
Türkiye yavaş yavaş, şehit haberine üzülüp ardından komedi dizisi ve eğlence programı izlediğinin farkında varıyor.

DUUUU....

derken....

Deprem oldu ve gündemimiz değişti.
Toplum iki seçeneğe zorlandı, Türk karşıtı bölgelere yardım gönderilsin mi gönderilmesin mi?

Allah'tan ''ne kadar yıkanırsa yıkansın, kan ile kan yıkanmayacağının'' farkına vardı ve insani duyguları hayvani duygularını bastırdı.

Yoksa,
Şu masum ve günahsız, belki de geleceğin Kardelen'i olacak olan Azra, onu soğuktan koruyan evinin duvarları altında can verecekti:


Ama o...
Milliyetçiliği katliam ile bir tutmayan abileri/ablaları sayesinde kurtuldu.
Bir süre onların yolladığı tulumları, bezleri giyecek.

Yetim olarak.

Ancak...
Onu bu duruma getiren şerefsizler...
İşte o şerefsizler var ya, bunun bedelini feci ödeyecekler.

Bize bunları yapanlar bedelini mutlaka ama mutlaka ödeyecekler!

21-23 Ekim tarihinden beri gökyüzünde tuhaf hareketler görüyordum.
Bulunduğum ortamdaki bir büyüğümüz, gökyüzünün ne kadar garip olduğunu söyledi.
Etraftaki arkadaşlarım ise bunu esrarengiz kabul etti. Ve havayı çok ''tablovari'' buldu.

Evet, bence de öyleydi.

Ama garipti.

Tabaka halinde bulutlar. Ama yalnızca gökyüzünün yarısında.
Diğer yarısı ise ısrarlı bir güneş ışığıyla, ruhani bir ışıldamaya sahipti. (Güneş sayesinde.)

Bulutların doğrusal bir çizgi halinde, tabakasal görüntüsü beni korkuttu.
HAARP'ın habercisi olan bulutlardı bunlar ve İstanbul semalarında duruyorlardı.
Ve hâlâ da duruyorlar.

Youtube'a da bu konu ile ilgili birkaç izleti düşmüş.
Her ne kadar beni pek tatmin eden çekim açıları olmasalar da, bir bak derim. Youtube'a ''İstanbul HAARP'' yazman yeterli olacaktır.


Ama benim altını çizmek istediğim nokta yabancı kaynaklı bir izleti ve Rusya'nın HAARP'ı denebilecek SURA'nın iyonosfer raporudur.


Bu bilgilere ulaşma isteğimi körükleyen şey ise...
Bir arkadaşımdan edindiğim bilgiye göre Silkroad oyununun sitesinde Türkiye'ye baş sağlığı dilenmesi.

Ama daha da önemlisi

Pıtırcık perimiz Rihanna'nın Türkiye'ye duacı olması:



Hani Türk dizilerinde gönderme yapma taktiği vardir, çok aşina olduğumuz.
Olumlu cümlelerle laf sokma diyelim.

İşte şüphe duymamı sağlayan şey, Dünya'nın her yerinde benzer; hatta daha büyük depremler olurken...Rihannacığımın Türkiye'ye ithafen böyle bir tivit girmesi.


O anda Google'a girdim ama hiçbir şey bulamadım.
Bugün ise yeniden baktığımda, şüphelerimi körükleyen şu izletiye rastladım.
Yabancı kaynaklı olan bu izletinin doğruluğundan ve neci olduğundan haberim yok, araştırmaya henüz fırsatım olmadı ama yine de paylaşıyorum:



Bir oyun mudur, yoksa gerçek midir kesin bir şey henüz söylemiyorum.
Bunu paylaşmami, görüntülerin doğru olduğunu kabul ettiğim anlamına gelmez.

Ancak bu görüntüleri burada yayınlamama gaz veren şey, kuş ölümleri.
Japonya depreminden önce, Dünya'nın hemen her yerinde nedeni bilinemeyen kuş ölümleri yaşandı. Bunlardan biri de Bursa'daki sığırcık ölümleridir hatta.

Birçok teori üretildi ancak kesin laboratuvar tastikli bir rapor çıkmadı.

Ve Van Depremi'nin olduğu gün, 23 Ekim'de, HAARP'ın koluçlandığı Alaska'da ve Alaska'ya en yakın ülkelerden biri olan Kanada'da kuş ölümleri yaşandı.
Binlerce kuş sahile vurdu.

Vikipedi, Kanada'daki kuş ölümlerini yalnızca İngilizce çevirisi bulunan ''Bird Kill'' veritabanına ekledi:
(Referans:"Thousands of dead birds wash ashore at Wasaga Beach"Toronto Star, October 22, 2011, retrieved October 24, 2011)
(Habersel kaynak için: Burası)

Yetmezmiş gibi Rusya'nın HAARP'ı SURA, Van Depremi ile ilgili bilgiler yayınlıyor. Anonim kaynaklardan edindiğim bu görselleri, asıl kaynaklar bana ulaşırsa kaynaklandırarak yayınlayabilirim.

Bakınız iyon değişimleri. Artış gözlemlenmiş. Saate dikkat:


Depremin saatlerinde, iyon dağılımı:



Tüm bu bilimsel verileri de kenara bırakırsak, Siyaset Bilimci Doç.Dr.Birol Ertan da bu depremin yapay olduğunu düşünmektedir.
(Kaynak: Bura)

Bir de yetmezmiş gibi küresel efendilerin basın organlarından biri olan CNN International, depremin ardından Van Gölü'nün taşabileceğini söylemiş. (Kaynak: Bura)

HAARP'ın suları kontrol edebildiğini de unutmadık umarım?


Türkiye tam PKK'ya büyük darbeler vuracakken, askerlerinin büyük kısmını Van'da görevlendirmek zorunda kalmıştır.
Ülkenin gündemi değişmiştir.
Küresel sistemin ekmeğine bir kez daha yağ sürülmüştür.
Kim bilir, belki de HAARP şu an Türkiye'yi bir şeyleri yapmak ve yapmamasını sağlamak için tehdit etmektedir?

Ama bizler bunları öğrenip, geğirelim. Malum, hazım sonucu.

Açalııım bir yetenek programını, açalııımmm bir yabancı-haçlı kültürü aşılayan diziyi.
Açalııımm bir vampir serüveninin sayfalarını.
Yazalım Facebook'a ne yaptığımızı, ne yapacağımızı ve kim olduğumuzu.
Zayıf olalım.

Bunca şeyi bilmemize rağmen, beyinsiz gibi davranalım. Sonra gökten zembille yardım inmesini bekleyelim.

Markalaşmanın kölesi olalım.

Sadece susalım.

Bizler zayıflaştıkça, köleleştikçe, sustukça; insanlarımız aynen şöyle ağlasın:


Belki kaybettiği ailesinin acısıyla...

Belki 3 somun ekmeğin hasretiyle...

Ağlasın dursun.

Madem Marmara Depremi'nde ağlayanları unuttun, Van Depremi'nde umutla bakan şu gözleri hatırla:



Vatanın bu masum evladı, dertli geçinen ve feleğin çemberinden geçmiş fahişe/pezevenk edasıyla orda, burda durumlar güncelleyen ergen beyinlere ders olsun.

Ailesine bakan bu sevgili yurttaşım, ölüp ölmeyeceğini düşünerek değil de, ölürse ailesine kimin bakacağı derdiyle öldü belki de?



Lady Gaga'yı ebesine kadar tanımak için araştır ama kültürüne bir şey katacak coğrafya, tarih, hatta matematik formülünü bile araştırmaktan kaçın.

Sonra ''Bu ülke nereye gidiyor?''

Vatan; tivit girmekle, Beğen butonuna tıklamakla, Etkinlik Davetini Kabul Et butonuyla, sayfa beğenmek ile kurtarılsaydı Türkiye cennet olurdu!
Aptal olma, gerçekçi ol.



/*-----3 sütun değil 4 sütun istiyorum diyenlere-----*/

Siyonizm'in Güç Kaynakları



Siyonizm'in Güç Kaynakları 















neo

neo








EVANGELİSTLERİN SON HEDEFİ TÜRKİYE OLACAK!


EVANGELİSTLERİN SON HEDEFİ TÜRKİYE OLACAK!

Kurtoğlu programda, yeni bir dünya düzeninden bahseden küresel güçlerin son fethedecekleri ülkenin Türkiye olacağını vurguladı. Kurtoğlu " Yeni dünya düzeninde son fethedilecek ülkenin adı Edom'dur. Hepimizin kanını donduracak şey şudur. Edom bin yıldır yaşadığımız topraklar, vatanımız yani Anadolu'dur" dedi…
Kurtoğlu Peki, kim bu adamlar? Amaçları ne? Nasıl bir dünya dizayn etmek istiyorlar? Küresel güçlerin başında hangi siyasi aktörler rol alıyor sorusuna da dikkat çekici yanıtlar verdi. 
Koskoca bir ülkenin politikasını işte bu gizli güçlerin belirlediğini vurgulayan Doç. Dr. Kurtoğlu, "Neden Türkiye? Çünkü Tanrının yürüdüğü topraklar olarak nitelendirdikleri yer Anadolu'dur" dedi. Ayrıca Kurtoğlu, İlk bilinen Evangelist'in ABD Başkanı Jimmy Carter olduğunu, ardından Ronald Reagan, George W. Bush'un da birer evangelist olduğunu söyledi. Kurtoğlu, yaklaşık 315 milyon ABD nüfusunun 144 milyonunu bunlar oluşturuyor diye konuştu.



EVANGELİSTLERE GÖRE DÜNYADA HER 4 İNSANDAN BİRİ ÖLECEK!"Bunlara göre Hz. İsa iki defa değil üç defa gelecek, ilk olarak bunlar bulutların üzerine yükselecekler; vur patlasın çal oynasın yapacaklar. Aşağıdaki her 4 insandan üçü ölecek.
Öncelikle ilk kurban biz Müslümanlar olacak sonra Budistler, Japonlar ve Çinliler olacak. ABD' deki 144 milyonun dışındakilerin de şansı yok tabii"
Ayrıca, Ramazan Kağan Kurtoğlu televizyon ve sinema sektörünün de tek dünya devleti kurmayı tasarlayanlar tarafından yönlendirildiğini savundu…
"Hollywood, tamamen İsrail'in ve Yahudilerin kontrolü altındadır. Devasa yapım şirketleri var. CIA'in merkezi orada. Başkanlığın merkezi orası, NSA( National Security Agency)'nın merkezi orasıdır. Sinema ve televizyon inanılmaz bir silahtır. Evangelistler diyor ki "Hz. İsa'nın elinde Hollywood olsaydı başka hiçbir şeye ihtiyaç duymazdı." . İşte bunlar böyle sizin algı eşiğinizle oynuyorlar. İnsanlarımız 20 yıl önceyle şimdiyi kıyaslarlarsa aradaki değişimi göreceklerdir. Matrix filmi tam manasıyla bir Mesih filmidir. Gençler filmleri izlerken görüntülere değil ne söylediğine, gizli amaçlarına bakmalılar.

TÜRKİYE'DEKİ EVANGELİSTLERİ SÖYLERSEM 7.5 ŞİDDETİNDE DEPREM OLUR!Kurtoğlu, Dünya politikalarına yön veren, finans ve medyaya hâkim güçler, Türkiye'de kimlerle işbirliği yapıyor? Sorusuna da "Elbette birçok isim var ama isim vermemiz Türkiye'de 7.5 şiddetinde depreme neden olur. Tüm dünyayı ahtapot gibi sardıkları gibi Türkiye'de de uzantıları elbette var. Amaçlarını gerçekleştirmek için İslam'ı peygambersiz hale getirmek istiyorlar. Bizim üzerimizde üç tane oyun oynuyorlar; birincisi dinimiz. Kardeşi kardeşe düşürüyorlar. Yani Müslümanları bölün bölebildiğiniz kadar. Böl parçala yönet" diye konuştu…

İlluminati Belgeseli Türkçe Dublajlı



İlluminati Belgeseli Türkçe Dublajlı





Uyan Türkiye

Uyan Türkiye










Dünya Gerçekleri Video serisi

Dünya Gerçekleri Video serisi





Dünya Gerçekleri Subliminal Mesaj nedir 





Dünya Gerçekleri Şeytaniler ve beyin kontrolü 

 




Dünya Gerçekleri Şeytanın soyu

 


 



Ünlülerde Akıl Kontrolü (video)

Ünlülerde Akıl Kontrolü (video)



Şeytaniler ve Beyin Konrolü Akıl Kontrolü MK - Ultra

Şeytaniler ve Beyin Konrolü

Akıl Kontrolü MK - Ultra








































The Arrivals Belgeseli (Gelenler) / Tek Parça Türkçe Altyazılı

The Arrivals Belgeseli (Gelenler) / Tek Parça Türkçe Altyazılı





http://dunyagercekleri.web.tv/video/the-arrivals-gelenler-tum-bolumler-birlestirilmis-full___gbjsrrcv3o

Yeni Dünya Düzeni IV: Sağlık ve Toplumsal Hipnoz

Yeni Dünya Düzeni IV: Sağlık ve Toplumsal Hipnoz


Yeni Dünya Düzeni dediğimiz şeyin sağlığına da bıçak dayamış olduğunu biliyor muydun?
Gençler üzerindeki etkileri, çocukların gelişimine yansımaları veya yarattığı yeni toplumsal sınıfların konuşulduğu Yeni Dünya Düzeni'nin tüm insanları hedef belleyen bir etkisi daha var: Florid.

Bu günlerde insan yapımı fabrikasyon bir madde olarak karşımıza çıkan ve aklınıza gelebilecek çoğu şeyin içinde olan floridin, kitlesel olarak ilk kullanımı Nazi Almanyası'na rastlıyor. (1)
Yahudi mahallerinin içme suyu şebekesine konulan birkaç ölçek florid ile Almanya'da yaşayan Yahudileri, kitlesel olarak aptallaştırmak ve kontrol altında tutmak amaçlanıyor.

Nazilerin, gizli bir komplo olarak kullandıkları floridi, bugün cebimizden para vererek evimize soktuğumuzu biliyor muydun peki?

Ucuz ve işlevsel bir madde olmasını ve kendisine karşı bir bilinç gelişmemiş olmasını fırsat belleyen tüketim sanayicileri, pek çok ürünün içerisine floridi de katıyor.
Üretim modelleri ''küreselleşme'' denen canavarın etkisiyle tek tipleştikçe, ürününüz ''yerli üretim'' bile olsa bu kirden payına düşeni almış oluyor.

Fakat henüz tam manasıyla almış değil...
Temiz ve sağlığımızı tehdit etmeyen, bugün ve yarın bizi toplumsal bir uyuşukluğa hapsedemeyecek doğru ürünler için hala geç kalmış değiliz.

1990'larda Jennifer Luke adlı bir araştırmacının bu maddeyi araştırmaya başlaması ile floridin maskesi aralanmış oluyor. Maske bir kez aralandı mı düşmeden edemez; pek çok araştırmacı da o tarihten sonra floridin insan ve çevre üzerindeki etkilerini araştırmaya koyuluyor.

Sonuçlar mı?
İşte onlar korkunç:

Vücudumuzda, floridi tıpkı bir mıknatıs gibi kendisine çeken bir yapı olduğu anlaşılıyor: Epifiz Bezi.
Epifiz Bezi, beynin tam orta noktasında yer alan ve bulunduğu yer itibariyle önemini de açıkça ortaya koyan bir salgı bezimiz: (2)


Çağımızın iç salgı bezi uzmanları ve biyokimyacılar, güncel deneyler ile önemini yeni kavramış olsa da çağlar öncesinden sırrı araştırılan ve aslında büyük ölçüde de sırrı keşfedilmiş bir yaşamsal yapıdır kendisi. Bu yapının kadim kültürlerdeki yeri incelendiğinde çok ilginç şeyler göze çarpıyor:

M.Ö 4. yüzyılda Epifiz'i araştıran Yunanlı anatomi uzmanı Herophilis, bu salgı bezine Türkçesi ''Düşünce Akışını Düzenleyen Büzücü Kas'' anlamına gelen bir ad veriyor önce. Yani Epifiz'in, ruhsal, zihinsel ve fiziksel dünyamızla ilişik bir 'dönüştürücü' olduğunu ileri sürüyor. Erken Latin Dönemi'ndeki Latin bilimciler ise bu beze ''Usta Bez'' adını koyarak, diğer salgı bezlerimizin üstünde bir yapı olduğunu, diğer salgı bezlerini yönetebildiğini savlıyorlar. Bu, onların, epifiz bezimizin diğer bezleri en çok denetleyebilen iç salgı bezimiz olduğunu ta o zamandan bildiklerini kanıtlıyor.
Türk kültüründe farkındalığın ve bilinçli yaşayışın manevi imgesi olan ''kalp gözü'' denen şeyin bedensel gereği, Mısır antik kültüründe herkes uyurken bile açık kalan ve ''Horus'un gözü'' olarak nitelenen şey, Güneydoğu Asya kültürlerinde ise tanrısal farkındalığı ifade edercesine heykelciklerin baş kısmına yerleştirilen motif ve yine bu kültürde ''üçüncü göz'' olarak imgelenen şeyin bedensel gereği, işte bu Epifiz bezidir.
1886'da iki mikro anatomi uzmanı olan H.W. De Graff ve E. Baldwin Spencer'ın, birbirinden bağımsız iki deney yaparak Epifiz bezini ''dumura uğramış bir göz'' olarak nitelemeleri, Güneydoğu Asya kültüründeki ya da Türk kültüründeki ''göz'' imgesinin garip bir rastlantı olmadığını ortaya koyuyor. Çünkü Epifiz bezi, tıpkı göz bebekleri gibi ışığa göre tepki veriyor. (3)

Epifiz bezi, beynin tam ortasındaki ufak bir kozalağı andırır.
Güneydoğu Asya öğretilerinde de bu yüzden heykelciklere şöyle bir ayrıntı işlenir:



Kozalak biçiminde bir başlık.

Ya da Mısır antik kültüründeki tıbbi ilerlemelere bağlı olarak Horus'un Gözü imgesinin, Epifiz bezi ile olan bağlaşıklığını görelim:



Olağan koşullarda bir salgı bezi olması nedeniyle esnek olması gereken Epifiz Bezi, floridi kendisine çekmesiyle kristal bir duvar örüyor kendisine ve kemik gibi katılaşıyor. (4) O saatten sonra ise düzgün bir biçimde büzüşemediği için yaşamsal işlevini doğru bir şekilde yerine getiremiyor.

Peki nedir bu Epifiz bezinin doğamızdaki yaşamsal işlevi? Nedir ki kadim kültürlerde bu denli yer etmiş, bunca araştırmaya konu olmuştur?

1) Epifiz bezi, renk değiştirebilen kurbağa ve balıklarda ''dış dünyaya uyumlanmayı'' sağlar. Balıklar bu bezin verdiği güdüyle renk değiştirir, yani dış dünya ile kendilerini güdümlerler. Hayvanlardaki içgüdüsel korku ve öfke ortaya çıkışları da bu bezin etkisi altındadır.

2) Epifiz bezi, cinsel hormonların ve cinselliğin doğru gelişimi için kritiktir. Kendisini küçültmesi ile ergenlik dönemi başlar, onun küçülmesi ile Hipofiz bezimiz, cinsel hormonlarmızı salgılar.

Çağımızdaki ''Erken Ergenlik'' sapmasının neden yaşandığını şimdi biraz daha iyi anlayabiliriz sanıyorum...

3) Yukarıda saydıklarım, Epifiz'in salgıladığı Melatonin hormonu ile oluyorken Yale Üniversitesi'nden psikiyatr Daniel Freeman'ın çalışmaları sonrasında Epifiz'in Seratonin için de büyük bir merkez olduğu anlaşıldı.

Seratonin hormonu, canlılarda ''mutluluk'' denen duygunun, zindeliğin ve canlılığın ortaya çıkmasını sağlar. Eksikliğinde bunalım, süreğen bir yorgunluk ve 'uyuşukluk' görülür. İnsanın ruhsal ve zihinsel sağlığını tehdit eder.


4) ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü'nden iki araştırmacı, birbirinden bağımsız olarak Seratonin hakkında iki deney yürüttü. (5)
Bizim halk arasında asit dediğimiz şeyin (LSD-25) keşfedilmesinin ardından, bu maddenin çok azının bile Seratonin üzerinde dehşet verici etkilere yol açtığı görüldü. LSD-25'in moleküler yapısı Seratonin'e benzediği için Seratonin'in girmesi gereken yerlere ondan daha önce giderek oraları işgal ettiği, bilinçte derin değişimlere yol açtığı, düşünce değişimlerini kontrol altında tuttuğu, algı yeteneğini kontrol dışı bıraktığı ve hatta kişiyi şizofreniye sürüklediği bile saptandı.

İşte bu noktadan sonrası çok ilginç...
LSD-25'in keşfi ve Epifiz'in işlevinin anlaşılmasıyla Epifiz bezi ve LSD-25 temel bir silah haline dönüştü.
ABD'nin İstihbarat Teşkilatı olan CIA'in Bilimsel İstihbarat Masası'nın, ''MKUltra'' adlı projesini başlatmasına yol açtı.




Proje, insanların bu madde ile hipnotize edilip edilemeyeceğini, ağzından laf alınıp alınamayacağını ve istenilenin yaptırılıp yaptırılamayacağını anlamak için gerçekleştiriliyordu. Duygusal yoksunluk da dahil olmak üzere tüm bu istenilenleri sağladığı ortaya çıktı.
Hatta 1950'lerde LSD'ye sözlü ve cinsel taciz de eklenerek geleneksel bir ABD işkence yöntemi olarak kullanılmaya başlandı. (6)

Kamuoyu kampanyalarının başlaması ile LSD'ye ve insan bilincine yapılan bu saldırıya karşıtlık gelişti. Fakat dönemin CIA Müdürü Richard Helms'in araştırma belgelerini yakmasıyla soruşturma tamamlanamadı ve araştırma büyük bir sır olarak insanlardan saklanmış oldu. (7)




''Küreselleşen dünyanın gerekleri'' diye diye aslında pek de gerekmeyen şeylerle dolu, insan doğasına aykırı, geçmişten kopuk ve gelecekte sürdürülemeyecek bir çöplüğe döndü yaşamlarımız.

Ulusal kültürümüzü aşağılık görmemizle önce konuştuğumuz dil bize yabancılaştı. New York Çok Satanları gibi popüler kültür ürünlerinin hayatımıza girmesi ile de o dille konuştuğumuz şeyler...

Tüketim ekonomisine dönüş yaptığımız için cebimizdeki para yabancılaştı. Küresel Üretim Tekelleri'ne başkaldırmak gibi bir derdi ulus olarak yitirmemizle  de o parayla aldığımız şeyler...

Domates domatesliğine, şehirlerimiz şehirliğine, uluslar ulusallığına, tavuk tavukluğuna, çocuk çocukluğuna, biz bizliğimize yabancılaştık.
Yakın geçmişte bir insanlık suçu sayılan şeyleri bile bugün para vererek evimize sokuyoruz...

İnsan doğasının mucizesi olan ve ''farkındalık, duygusallık, insanlık, ruhsallık, bilinç'' anlamına gelen Epifiz Bezi'miz, doğamıza aykırı tüketim maddelerini ''gönüllü'' olarak tercih etmemiz yüzünden görevini yerine bile getiremiyor. Toplumsal pek çok yönden zaten mutsuzken, mutluluğumuzun önüne geçecek yeni biyolojik nedenler ediniyoruz. Kültürel yönden işgal altındayken bilincimizi biyolojik yönden daha da kapatacak maddelerle dolduruyoruz hayatımızı...

İnsan olarak en temel gereksinimimiz olan sağlığınıza sahip çıkmaya başlayabilir, sodyum floridli ürünleri daha az tüketebilir, küresel üretim tekellerine meydan okuyup yerli veeviçi üretimleri tercih edebiliriz.
Böylece tek tipleşen bir dünyada ulusal ve bireysel zenginliği korumuş oluruz.

En başta ise sağlığımızı...

Bendeniz Üçüncü Şahıs,
Devam edecek...


1) Jennifer Luke, 1997, The Effect of Fluoride on the Physiology of the Pineal Gland. Ph.D. Thesis. University of Surrey.
2) J. Bleibtreu, 1976, ‘The Parable of the Beast‘, Paladin.
3) Jennifer Luke, 2001, Fluoride deposition in the aged human pineal gland.4) Jennifer Luke, 2001, Fluoride deposition in the aged human pineal gland.
5)  R.J. Wartman & J. Axelrod, “The Pineal Gland” ‘Scientific American’. 
6) Dick Russell, One Trail of JFK Assassins, Skyhorse Publishing. s. 273.7) Richard Helms'le Bir Röportaj, CIA. (Ana Metin)

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''



Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde, büyük ülkelerin birbiriyle yaptığı sıcak savaşları geride bıraktık artık. Sıcak savaşların bu ülkelerin hem içinde hem de dışında ne gibi imaj zedelenmelerine yol açtığını ve bu ülkeleri nasıl bir kaosa sürüklediğini ABD'nin Irak operasyonu gösterdi 2000'li yılların başında. 

Kan kokusu burunlarımızın direğini sızlatırken hala vahşetin kokusunu almamış olanlarımıza, şu fotoğraflarla sezdirmek isteriz o günleri en azından: 



 

Postacı kapıyı iki kez, 'demokrasi' ise bir kez çalar! Çağımızda demokrasi, en yüzsüz misafirdir coğrafyalarda. Okyanus aşırı memleketlerden çeşitli diyarlara ithal edilen bir tutam demokrasi, bir gece ansızın çok yıldızlı bayrak taşıyan jetlerden iniverir tepenize.
Yer altındaki bütün kaynaklarınız yerin üstüne çıkarılıp aşırılırken, sizler canınızla birlikte gömülürsünüz aynı yerin altına.

Batılılar, kendilerine layık gördüğü yönetim biçiminin sadece ismini layık görüyor tüm bakir coğrafyalara. İşkenceyle, nefretle, kanla, dayakla, silahla, nefessiz çocuk bedenleriyle nasıl geliyor bu demokrasi diye soruyorsunuz, sorduğunuzla kalıyorsunuz...

Tüm bu vahşete rağmen nasıl oluyor da ABD, demokrasi bekçisi imajını zedelemeden koruyabiliyor peki? 

İnsanlar, diploma nedir bilmezken düşmanın postallarına insan üstü güçle karşılık verdiler; peki nasıl oluyor da çağımızın eğitimli insanı bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa ses çıkarmadan durabiliyor?

Ülkemiz gibi Batı'nın bakkalı durumuna düşürülmüş 'gelişmekte olan devlet'ler, henüz ağzını bile açmamışken tüm dünyada ve ülkede nasıl suçlanabiliyor çeşitli vahşetlerin mimarı olmakla? 

İşte bunun yanıtlarını arayacağız bu sefer:

Sıcak savaşların artan teknoloji ve değerlenen insan hayatıyla çok pahalıya kaçması, emperyalist ülkelerin biriktirdiği sermayeyi boşa harcaması anlamına geliyor artık.  
Bu yüzden çağımız, sıcaklığını terör örgütlerine devreden soğuk savaşların çağıdır. 

Güçlenip rakip olması muhtemel ülkeler (özellikle de stratejik öneme sahip ülkeler), sıcak savaşların yeni temsilcisi terör örgütleriyle eli kolu bağlı duruma getirilir önce. 

Fakat toplumlar, bu kirli oyunu çakarsa perde kapanır ve yeni baş rol oyuncusu artık bağımsızlık olur.
Bunun bilincinde olan Yeni Dünya Düzeni'nin senaristleri, kapanan sıcak savaş devrinde amaçlarına ulaşabilmek için zahmetsiz, masrafsız ama sıcak savaşların sonuçlarından daha kalıcı bir yöntem geliştirdiler: YUMUŞAK GÜÇ! (Soft Power)

Tecavüzcüye kendi rızamızla teslim olmamız anlamına gelebilecek bu yöntem, toplumların zihinlerini boşaltarak onları ışık görmüş tavşana çevirir. 
Boşalan zihinler, 'hayal endüstrisi' başta olmak üzere ülke topraklarında dolaşan zehirli zihniyetlerle doldurulup etkisiz hale getirilir. 
Sıcak savaşlarda kanının son zerresine kadar namusunu, onurunu, toprağını ve varlık hakkını korumuş insanlar, tüm benliklerini hiçlik uğruna severek terk ederler. 

Bugün bu yöntemlerden 'hayal endüstri'sinin başını Hollywood ve çıktıları çekmektedir! İlluminati diye yakındığımız şey ise işte bu emperyalizmin, boşalan zihinleri doldurmakla görevli ayağından başka bir şey değildir.

Ağlamasına tahammül edemediğimiz çocuklar, sussun diye karşısına oturttuğumuz zehir saçan çizgi filmleri izleyerek kişilik gelişiminden yoksun ve çeşitli değerleri cımbızlanmış şekilde büyüyorlar mesela bugün. 
Caillou veya Ben10 izleyen çocukların, nasıl hipnoz olmuş gibi bir anda sessizliğe büründüğünü birçok anne-baba söylüyor artık. 

Ya da Sünger Bob'un zeka geriliğine yol açtığı, psikolojik araştırmalara bile konu oldu! 

Bir zamanların çizgi-romanları ve kovboy filmleri, tüm dünyada Kızılderilileri nasıl uygarlık karşıtı gösterdi; hepimiz farkındayız bugün. 
Bu Kızılderili karşıtı propagandayla oyalanmış ve sessizleştirilmiş toplumlar, sistematik bir şekilde tüm Kızılderililerin nasıl yeryüzünden silindiğini göremediler. 
Görenler, görmeyenleri harekete bile geçiremedi! 

Bugün sanal ortamda en basit savaş oyununda bile ABD'nin hakimiyeti için savaşan orduların piyadesiyken çocuklarımız, gerçek hayatta kalıcı bir barışı ve inşa edilen karanlık düzene karşı yeni nesillerden kayda değer bir bilinci nasıl bekleyebiliriz? 

Sanallaşan bireyler, sanal toplumlar yaratıyor. Toplum olduğunu zanneden bireyler, çeşitli kutupların azılı temsilcileri haline getirilip kürenin bile ısındığı bu çağda buz kesen bir samimiyetsizliğe ve anlaşmazlığa hapsoluyorlar.

Nasıl ki ABD, tüm insanlığın bilincine karşı Irak ''Savaşı''nı barış diye diye yaptıysa ve tüm katliamlarını 'demorkasi' diye diye örttüyse, çağımız da en büyük kindarlığı 'kardeşlik' haykıranlarla, sinsi zihniyetlerini 'şeffaflık' derken bile gizleyenlerle ve insanın vicdanını donduran binbir çeşit propagandayla yapıyor bugün. 

Peki bu ''Yumuşak Güç'' ülkemize kadar ulaştı mı dersiniz?

Ulaşmasa, ulusal bayramlarda ay-yıldız dalgalandırmaya üşendiğimiz balkonlarımız en sıradan günde bile parti bayraklarıyla donatılmış olmazdı bugün. 

Ulaşmasa, dertlendiğimizde sığınabileceğimiz onca halk ve sanat müziğini elimizin tersiyle itip ne dediğini bile anlamadığımız 'şarkı'lara sığınmazdık bugün.
Ulaşmasa, huzur sudan daha rahmet sayılamazdı bu topraklarda. 


Tüm dünyada tüm insanların aynı anda aynı şeyleri okuyup aynı şeyleri dinlediğini hala göremiyor olamayız herhalde?
Bunu ''internet''e bağlayıp geçemeyeceğim, üzgünüm... Çünkü henüz bilgisayarın bulunmadığı ve televizyonun 't'sinin bilinmediği zamanlarda başladı bu 'küresel'lik!

Algılar, zevkler, izlenenler, okunanlar nasıl tek tipleştiriliyor sanıyoruz? Aynı kişilerin elinden çıkmış ve aynı anda 140 ülkede yayınlanan TV programları, bugün ülkemizde de süslüyorsa kanalları; sizce de Yumuşak Güç'ün en yumuşak tarafından okşanmıyor mu bağımsızlığımız?

Yalnızca emperyalizmin kültürel ayağı İlluminati mi boşaltıyor zihinlerimizi? Yalnız o mu yapıyor istediklerini, bizi kandırarak, bizi sindirerek? HAYIR!

Yumuşak Güç, artık tüm dünya ülkelerinde bir fenomen haline geldi ve ülke içinde ''Yumuşak Güç''ü halkına uygulayan ilk 20 devletten biridir bugün Türkiye! (Kaynak: Monocle Dergisi, 2012 Yumuşak Güç Anketi)
Halkına siyasi, ekonomik ve kültürel bir bilinç aşılayıp halkı bir güç haline getirmek yerine, yumuşak güç uygulayıp kendisini halkın üstüdne bir güç haline getiriyor 'kocabaş'lar bugün.

Nasıl mı yapıyorlar?

En güzel yalanları, en süslü şekilde söyleyip bir de bunları pazarlayacak medya kuruluşları bularak!
Bilir misiniz bilmem ama ülkemizin en gözde medya kuruluşları, 'holdinglerin yan sanayisi'dir bugün. Hem danaya girer gibi ihaleye girmekteler hem de halkı güya aydınlatmakta...

Hâl böyle olunca gerekli şahıslardan gerekli ihaleleri kapmak için de... Varsın gerisini siz doldurun!

Üstelik 'basında hukuki yabancı sermaye oranı', AKP iktidarı döneminde artırıldı. Hisselerinin çoğu bizim ulusumuzdan olmayan, 'ulusal' basın kuruluşlarımız var bugün! 


Öyle bir noktaya geldi ki Yumuşak Güç, 'vicdan' kelimesini sözlüklerinde bulunduran Türk toplumunda bile en büyük vicdansızlıklar mağduriyete, en büyük katiller maktüllere, en Allah'sızlarımız ise dini bütün ermişlere çevrilebiliyor bugün.

Durum aynen budur:



Daha geçtiğimiz dönemde en kıdemli askerlerimizin vatan hainliği ile yaftalanacakları soruşturmalara yaka paça nasıl alındıklarını gördük. Askerlerimize verip veriştirildi. Herkes darbe yapıp cami bombalayacaklarından emindi.
Aradan aylar, yıllar geçti ve birçok delil bulduklarını iddia edenler ''delil yetersizliği'' ile salıverdiler dünyanın en güçlü ordularından birinin en değerli parçalarını...

Ordu-Millet kültürüne sahip bir toplumda, eli dışarıda cebi içeride olan sözde 'Atatürkçü' pekçok 'Kenan' da geçti bu coğrafyadan. Onlar bile ordu adı altında işledikleri günahlarla yıpratamadılar bu kutsal kurumumuzu.

Ama bir çağ geldi ve bir manşetle hem dünyada hem ülkemizde 'tü kaka'' oluverdi Türk ordusu!

Dünyanın en seçkin savunma ordularından biri olan Türk ordusunun, namusuna girildi: Kozmik odalara!
Ordu, ''devlet sırrıdır'' dedi, ''Elini kolunu sallayan girmemeli...''.

Buna karşılık bazılarından: ''Savcı, TSK’ nın kozmik odasına giremezmiş, araştırma yapamazmış.Kimse kusura bakmasın,savcılar millet için heryere girer, herkesi soruşturur.'' cevabı geldi.

Fakat yola çıkmış ve içinde ne bulunduğu bilinmeyen MİT tırlarının durdurulup soruşturulması ile ilgili: ''Yargı devletin menfaati, milletin menfaati, kamunun menfaati ve o ülkenin topyekün politikaları konusunda ben canımın istediğini yaparım, istediğim zaman gider durdururum , üstelik 300 jandarma ve polisle giderim diyemez. Ben 300 jandarma ve polisle bir tırın durdurulduğunu ilk defa duyuyorum.'' diyebiliyordu kozmik odalar için yukarıdaki sözleri söyleyenler. 


Üstelik, sadece anayasada belirtilen şekilde MİT'e müdahale edilebileceğini söylediler, anayasal yetkiyi elinde bulunduran askeri başsavcının ''Kozmik odaya girilemez!'' talimatına rağmen kozmik odaları otobüs durağına çevirenler.

Yumuşak Güç'ün yerel aktörleri çeşitli!
Güzellemeler ile meleklerden rol çalanlarımız da var mesela...

Yayınladığı mal varlığı ile ''Ayy, canım, arabasını bile partisi için kullanıyor...'' dedirttirilen Selahattin Demirtaş'ın 'fakir'liğine acımayan kalmadı! Yağda pirinç kavurup onu ekmeğine katık eden fakirlerimizin içler acısı durumunu neyle tanımlayacağım ben bilemiyorum artık.

Yalan mı?

Haykırmıyor muydu kardeşi dağa kaçırılan acılı ailelerden Sevim Uçakay, eski BDP lideri, yeni HDP cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’a: “Senin çocuğun dizinin dibindeyse benim kız kardeşimi de getir. Tabii kendi çocukları Amerika’da okuyor” diye.

Kürt kökenli analarımızın çocukları dağda birer vampire çevrilirken kendi çocukları neoklasik mimariye sahip binalarda fink atıyorlar; yani 'halkların kardeşliği'ni çığırarak halkların zekasıyla alay ediyorlar. 


''Biz ırk siyaseti yapmıyoruz'' deyip tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı adayı olduğunu iddia eden Selahattin Demirtaş, Türkiye'nin en merkezi yerinde, Kadıköy'de (Taksim haricinde daha merkezi bir nokta olamaz belki sosyal açıdan) PKK çaputlarıyla ve tüm Türkiye'nin kanını akıtmış Apo'nun posterleriyle seçim mitingi yaptı geçen hafta.

En Türkiye olan yerlerden birinde, Kadıköy'de bile bu cani ve yıkıcı tavrı sergileyenler, Türkiye'nin nabzının bu sıralar durmaya başladığı yerlerde ''Tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı'' nasıl olabilirler bu üslup, bu içerik, bu tavır ve bu zihniyetle?
Oysa güzide holdinglerimizin güzide paralı kalemlerine bakacak olursanız, Selahattin Demirtaş mazlumların nefes alan son örneği ve kimlik siyaseti yapmayan ırkçılık karşıtı biri!

Yumuşak Güç, bilgi ve bilinçle donatılmış zihinlere sökmez; holding sahiplerine duyuruyoruz buradan. Yine kandıramadınız ve yine kandıramayacaksınız!

Bir de ''Demokrasi''yi kendilerine seçim sloganı yapmıyorlar mı... Eriyorsunuz!
Yıl 2014 ve Doğu'daki illerimizde PKK mahkemeleri kurulmuş, kişileri 'vatan hainliği' adı altında Kürdistan'a ihanet etmek suçuyla yargılayıp 'infaz makamlarınca' idam ediyorlar ve Doğu'da en çok oyu almış, Doğu'yu temsil ettiğini iddia eden ''demokrat''lar düşünce özgürlüğünün zerresine izin vermeyen bu faşizan yapıya gıklarını çıkarmıyor.

Oysa faşist ağalık sistemine karşı halkçı cumhuriyetin yerleştirilmeye çalışıldığı 1900'lerin ortalarındaki girişimleri, vahşet olarak niteleyebiliyorlar.
Yerseniz, baldan tatlı.
Yemezseniz, vicdanınız kahroluyor o ayrı. 


Kahrolan vicdanların altında ezileceğiniz günler yakın! Her köken ve dinden insanıyla bu ulus, ortak bilinç ve arzuyla verecek cevabınızı. 

Banu Avar'dan alıntı yapacak olursak: 
''Bissel, CIA’ nin Gizli hizmetler Direktörüydü. 1968'de yazdığı gizli raporda, toplumlara ‘sızma’ tekniğinden söz ediyordu. Rapora göre, hedef ülkelerde:

    1) Hükümetlere siyasal tavsiye ve danışmanlık,

    2) Tek tek şahıslarla temas, kişisel yardım uygulaması,

    3) Siyasal partilere maddi ve teknik yardım,

    4) İşçi sendikaları kooperativler ve özel örgütlenmeleri desteklemek,

    5) Kişilerin özel olarak eğitilmesi, EĞİTİM TAKASLARI,

    6) Ekonomik operasyonlar,

    7) Gizli propaganda,

    8) Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için askeri ya da siyasal operasyonlar ''

Hadi söyleyin bakalım hümanist kitle örgütleri, 'halkarın dostu' siyasetçiler, ağzı süt kokan solcular, işçi dışında her şeyle ilgilenen bölücü sendikalar ve temeli oynak 'aydın'larımız: Hangi hümanist, halkçı ve aydınlık tarafınızla ulusları hakimiyet altına almaya çalışan bu Yeni Dünya anlayışının her maddesinde iziniz var bugün?

Açılıp kapanan kutular...

Büyük hissedenler...
Ve hissedenleri izleyerek küçülen bizler.

Çocuklarımızı emanet ettiğimiz değer cımbızlayan çizgifilmler...

Amerikan ordusunun seçkin piyadeleri olarak yetiştirdiğimiz körpe bedenler... 

Itri'yi tanımayan ama Mozart'ın her bestesine aşina kulaklar...

Türkçeyi ikinci dili gibi konuşup yazan ama söz konusu İngilizce olunca dil bilgisi ve telaffuz yardıran dil yetenekleri...

İşgal ordusunun ayak basmaya korktuğu topraklarda gönüllü olarak adını işgal ordularına yazdıran bizler kısaca!

Amerikalı Yeni Dünya Düzeni senaristlerinden Max Von Thornburg, 1947'de ‘Türkiye’ye niçin yardım etmeli?’ başlıklı raporunda ''İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun'' altını çizmişti.
Bugün 'ideoloji' adı altında yaşadığımız 'idea' kıtlığının sebebini görmeliyiz artık.

Bizi, bize düşman kılan her türlü fikrin, perde arkasındaki asıl düşmana nasıl hizmet ettiğini bilmeyenimiz kalmamalı!
Bu yolda coğrafyasının iyiliğini isteyen her zihin, 'ulusal' olana hizmet için elini taşın altına bir an önce koymalı artık. Çünkü bizi bu hallere sokan 'küresellik' adı altında yapılan Amerikan seviciliği ve bağımsızlık düşmanlığı, ancak karşı tezi olan 'ulusallık' ile mağlup edilebilir.

Selahattin Demirtaş ve diğer 'ulusallık' karşıtı bölücü korolar, gece gündüz demeden üniversitelerimizde, televizyonlarımızda, gazetelerimizde ve sokaklarımızda zaten halkarın ortak çatısı olan Türklüğe karşı çıkıp ''halklar birliği''nden bahsederken, ''federasyon'' derken, ''eyalet'' derken CIA istasyon şefi Paul Henze'in ''Türk halkına sabah akşam ‘federasyondan’ bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!'' sözleri dikkatle hatırlanmalıdır.


Hatırlamak istemiyor muyuz tüm bu çirkin davaları?
O zaman çok edebiyatını yaptığımız tarih ve insanlık da bizi hatırlamayacak demektir!

Bu yolda herhangi bir 'dert' sahibi değil miyiz?
Öyleyse insanlık erdemine parazit teşkil eden bir 'çok hücreli'den daha fazlası da olamayacağız.

Aldığınız nefesi verdiğiniz her saniye, ciğerlerinize şükretsin bu dünya, bu doğa, bu insanlık...
Bizi yine biz, ülkemizi yine ulusumuz, dünyayı yine insanlık kurtaracak. Vakit, el ele verme vaktidir o halde!

Parmaklarımızı başka parmaklarla kenetlemeye başladığımız gün, bizi en ağır zırhlı ordular bile mağlup edemeyecek sonsuz barışın aydınlık cephesinde. 

Bendeniz Üçüncü Şahıs.
Şahsen el uzatıyorum, ya siz? 


Kaynaklar:

PKK’nın ‘askeri mahkemesi’, Fikret Bila.2012 Yumuşak Güç Anketi, Monocle Dergisi
Küçük Adamlara Büyük Oyunlar, Ömür Kurt

Sızma Operasyonu Ve ‘Kültürel İğdiş',  Banu Avar
Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer (Mutlaka Okunmalıdır!)

Yapay Depremler II: Van Depremi

Yapay Depremler II: Van Depremi




Tarih: 19 Ekim 2011
Yer: Hakkari/Türkiye
Olay: 24 Mehmetçik şehit edildi. Türk ordusu Irak sınırını geçip operasyona başladı.
(Kaynak: burası.)




Ve...


Tarih: Saldırılardan hemen sonra.
Yer: Terör örgütünün geçtiği yollar ve kampları.
Olay: Hiç kullanılmamış mağra delici bombalar kullanıldı. PKK çok ağır zahiyat verdi. Yönetici kadrosundan kişiler öldürüldü.

Basındada yankı bulan olaylardan sonra ve Türk halkının milli beraberlik duygusu harekete geçtikten sonra, durum biraz vahimleşti.

Milliyetçilik duygusu coşan kişiler, Bursa'da Kürt asıllı Türk dükkanlarını ve işyerlerini zarara uğrattı.
(Kaynak: Burdan.)

Ne yapıyorsun sen?
Adam mı oldun?
Çok mu Türk oldun?

Kendine gel.

Bunlar gibi milliyetçiliği bu kadar vahşi bir şey sananlara değinmeden önce, Türkiye'de insanların ağzında dolanan bir söyleme dikkat çekmek istiyorum:

''Kürt.''
''Kürt işyeri.''
''Kürt dükkanı.''

Tebrikler!
PKK'nın işini elinden aldınız.
Hepsi dağdan inebilir, birileri çoktaaan bölmüş ülkeyi.

Neymiş, 24 şehidin içinde 8 tane Kürt varmış.
Yok öyle bir Dünya!

24 şehidin içinde 8 Kürt asıllı Türk var.
Aradaki keskin çizgiyi fark etsin bu büyük hatayı yapan sevgili Dördüncüler.


Banu Avar, Devedjian'a soruyor: Bir Ermeni olarak, Ermeni soykırım iddiaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Devedjian: Ben Ermeni değilim.
Avar: Nasıl olur, siz Ermenisiniz?
Devedjian: Ben Ermeni değilim. Fransa ulus bir devlet. Ben bir Fransız'ım! Fransız'ım!
Avar: Ama ulus bir devlet olan Türkiye'de Kürtlerin kendi kimliklerini öne çıkarması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Devedjian: O başka...






(NOT: Bu ropörtajı biliyorum ancak cümleleri tamamen olduğu gibi aktaramadım, çünkü ropörtaja ulaşamadım. Çok önce Facebook kullanırken bir arkadaşımın sayfasında rast gelmiştim. Genel ağ (internet) üzerinde ise yalnızca yorumlayarak değinilmiş ve asıl cümleler yer almamakta.)

Soylarına laf söylenince hoplayıp zıplayan Ermeni'yi görüyor musunuz?
Kendisine Fransız diyor. Ulus bir devlette yaşıyorum diyor.
Türkiye de ulus bir devlet?

Sevgili Kürt kökenli kardeşlerimden bazıları ise, aynı kültürde, aynı toprakta, aynı danslar ve yemeklerle yüzyıllardır yaşamamıza rağmen kendisini Türk ulusuna, milletine ait hissetmiyor?
Hadi bunu geçiyorum, sevgili bazı Dördüncüler de bu kardeşlerimi ''Kürt'' sıfatıyla çağırarak ayrıştırıyor.

Uyanın!

Bölünüyorsunuz!

Psikolojik olarak, fikirler olarak bölüyorlar sizi!

Selanik göçmeniyim ama bir Yunan değilim!
Bir diğer soykolum ise Bulgar topraklarında ama Bulgar değilim!
Ben ataları Bilecik'e yerleşmiş olan bir Türk'üm!

Hadi ben Türk soyna aitim. Selanik Türk'üyüm. Ama Bosna'dan göç etmiş olan ve hiçbir Türk geni taşımayan arkadaşlarım da kendisine Türk diyor.
Onlara Boşnak diyen yalnızca sensin.

Lazların hepsi, kendisine ''Laz'' değil ''Türk'' diyor.
Onlara Laz diyen yalnızca sensin.

Bazı Kürt kardeşlerim de kendisine Türk diyor, Türkiye'nin ulus bir devlet olduğunun farkında.
Ama onlara da Kürt diyen sensin.

Birilerine hesap sormadan önce, bok atmadan önce; aynaya baksak?
Ve bölmenin hasını kendimizin yaptığını fark etsek?
Bu ülkede Kürt, Bulgar, Boşnak, Çerkez yaşamıyor. Bu ülkede Kürt asıllı, Bulgar asıllı, Çerkez asıllı Türkler yaşıyor.

Tıpkı ABD'de yaşamış olan Alman asıllı Amerikan bilimadamı Einstein gibi yaşıyorlar bu ülkede.

Bu yüzden hem seni, hem Türk basınını, hem de Türk bürokrat ve işveren sınıfını kınıyorum.




Bursa'daki olaylardan devam edecek olursak sevgili Dördüncü,
Yurtdışı kaynaklı yönetildiğini bildiğimiz bu örgüt, halkı bu duruma getirmek için çabalıyor zaten.
Ve milliyetçi geçinen bazı kadim dostçuklarımız ise, milliyetçilik sandıkları bir tepki ile, bu örgütün ekmeğine yağ sürüyorlar.
Şeker şeyler.









Ama bu kadarla da kalmaz.
Anlaşılan o ki birilerine yetmemiş bu kadar karışıklık yaratmak.




Nasıl mı?

Tarih: 23 Ekim 2011
Yer: Van
Olay: 7.2 şiddetinde deprem



Evet sevgili Dördüncü.
Kanımı donduran bu olaylar...çok iğrenç.

Asker haddinden fazla Irak'a girdi.
Türkiye haddinden fazla çemberi gevşetti.
Türkiye haddinden fazla bilinçlenmeye başladı.
Sosyal ağlarda haddinden fazla bilinçli konular konuşulur oldu.
Sosyal ağlardaki kişiler artık Terör haberleri için timsah göz yaşı döküp, duygusal reyting sağlayan kanalların farkında.
Bu kişiler artık tepki veriyor.
Bu kişiler artık ''Diziler kaldırılsın.'' sözünü tartışıyor.
Türkiye yavaş yavaş, şehit haberine üzülüp ardından komedi dizisi ve eğlence programı izlediğinin farkında varıyor.

DUUUU....

derken....

Deprem oldu ve gündemimiz değişti.
Toplum iki seçeneğe zorlandı, Türk karşıtı bölgelere yardım gönderilsin mi gönderilmesin mi?

Allah'tan ''ne kadar yıkanırsa yıkansın, kan ile kan yıkanmayacağının'' farkına vardı ve insani duyguları hayvani duygularını bastırdı.

Yoksa,
Şu masum ve günahsız, belki de geleceğin Kardelen'i olacak olan Azra, onu soğuktan koruyan evinin duvarları altında can verecekti:


Ama o...
Milliyetçiliği katliam ile bir tutmayan abileri/ablaları sayesinde kurtuldu.
Bir süre onların yolladığı tulumları, bezleri giyecek.

Yetim olarak.

Ancak...
Onu bu duruma getiren şerefsizler...
İşte o şerefsizler var ya, bunun bedelini feci ödeyecekler.

Bize bunları yapanlar bedelini mutlaka ama mutlaka ödeyecekler!

21-23 Ekim tarihinden beri gökyüzünde tuhaf hareketler görüyordum.
Bulunduğum ortamdaki bir büyüğümüz, gökyüzünün ne kadar garip olduğunu söyledi.
Etraftaki arkadaşlarım ise bunu esrarengiz kabul etti. Ve havayı çok ''tablovari'' buldu.

Evet, bence de öyleydi.

Ama garipti.

Tabaka halinde bulutlar. Ama yalnızca gökyüzünün yarısında.
Diğer yarısı ise ısrarlı bir güneş ışığıyla, ruhani bir ışıldamaya sahipti. (Güneş sayesinde.)

Bulutların doğrusal bir çizgi halinde, tabakasal görüntüsü beni korkuttu.
HAARP'ın habercisi olan bulutlardı bunlar ve İstanbul semalarında duruyorlardı.
Ve hâlâ da duruyorlar.

Youtube'a da bu konu ile ilgili birkaç izleti düşmüş.
Her ne kadar beni pek tatmin eden çekim açıları olmasalar da, bir bak derim. Youtube'a ''İstanbul HAARP'' yazman yeterli olacaktır.


Ama benim altını çizmek istediğim nokta yabancı kaynaklı bir izleti ve Rusya'nın HAARP'ı denebilecek SURA'nın iyonosfer raporudur.


Bu bilgilere ulaşma isteğimi körükleyen şey ise...
Bir arkadaşımdan edindiğim bilgiye göre Silkroad oyununun sitesinde Türkiye'ye baş sağlığı dilenmesi.

Ama daha da önemlisi

Pıtırcık perimiz Rihanna'nın Türkiye'ye duacı olması:



Hani Türk dizilerinde gönderme yapma taktiği vardir, çok aşina olduğumuz.
Olumlu cümlelerle laf sokma diyelim.

İşte şüphe duymamı sağlayan şey, Dünya'nın her yerinde benzer; hatta daha büyük depremler olurken...Rihannacığımın Türkiye'ye ithafen böyle bir tivit girmesi.


O anda Google'a girdim ama hiçbir şey bulamadım.
Bugün ise yeniden baktığımda, şüphelerimi körükleyen şu izletiye rastladım.
Yabancı kaynaklı olan bu izletinin doğruluğundan ve neci olduğundan haberim yok, araştırmaya henüz fırsatım olmadı ama yine de paylaşıyorum:



Bir oyun mudur, yoksa gerçek midir kesin bir şey henüz söylemiyorum.
Bunu paylaşmami, görüntülerin doğru olduğunu kabul ettiğim anlamına gelmez.

Ancak bu görüntüleri burada yayınlamama gaz veren şey, kuş ölümleri.
Japonya depreminden önce, Dünya'nın hemen her yerinde nedeni bilinemeyen kuş ölümleri yaşandı. Bunlardan biri de Bursa'daki sığırcık ölümleridir hatta.

Birçok teori üretildi ancak kesin laboratuvar tastikli bir rapor çıkmadı.

Ve Van Depremi'nin olduğu gün, 23 Ekim'de, HAARP'ın koluçlandığı Alaska'da ve Alaska'ya en yakın ülkelerden biri olan Kanada'da kuş ölümleri yaşandı.
Binlerce kuş sahile vurdu.

Vikipedi, Kanada'daki kuş ölümlerini yalnızca İngilizce çevirisi bulunan ''Bird Kill'' veritabanına ekledi:
(Referans:"Thousands of dead birds wash ashore at Wasaga Beach"Toronto Star, October 22, 2011, retrieved October 24, 2011)
(Habersel kaynak için: Burası)

Yetmezmiş gibi Rusya'nın HAARP'ı SURA, Van Depremi ile ilgili bilgiler yayınlıyor. Anonim kaynaklardan edindiğim bu görselleri, asıl kaynaklar bana ulaşırsa kaynaklandırarak yayınlayabilirim.

Bakınız iyon değişimleri. Artış gözlemlenmiş. Saate dikkat:


Depremin saatlerinde, iyon dağılımı:



Tüm bu bilimsel verileri de kenara bırakırsak, Siyaset Bilimci Doç.Dr.Birol Ertan da bu depremin yapay olduğunu düşünmektedir.
(Kaynak: Bura)

Bir de yetmezmiş gibi küresel efendilerin basın organlarından biri olan CNN International, depremin ardından Van Gölü'nün taşabileceğini söylemiş. (Kaynak: Bura)

HAARP'ın suları kontrol edebildiğini de unutmadık umarım?


Türkiye tam PKK'ya büyük darbeler vuracakken, askerlerinin büyük kısmını Van'da görevlendirmek zorunda kalmıştır.
Ülkenin gündemi değişmiştir.
Küresel sistemin ekmeğine bir kez daha yağ sürülmüştür.
Kim bilir, belki de HAARP şu an Türkiye'yi bir şeyleri yapmak ve yapmamasını sağlamak için tehdit etmektedir?

Ama bizler bunları öğrenip, geğirelim. Malum, hazım sonucu.

Açalııım bir yetenek programını, açalııımmm bir yabancı-haçlı kültürü aşılayan diziyi.
Açalııımm bir vampir serüveninin sayfalarını.
Yazalım Facebook'a ne yaptığımızı, ne yapacağımızı ve kim olduğumuzu.
Zayıf olalım.

Bunca şeyi bilmemize rağmen, beyinsiz gibi davranalım. Sonra gökten zembille yardım inmesini bekleyelim.

Markalaşmanın kölesi olalım.

Sadece susalım.

Bizler zayıflaştıkça, köleleştikçe, sustukça; insanlarımız aynen şöyle ağlasın:


Belki kaybettiği ailesinin acısıyla...

Belki 3 somun ekmeğin hasretiyle...

Ağlasın dursun.

Madem Marmara Depremi'nde ağlayanları unuttun, Van Depremi'nde umutla bakan şu gözleri hatırla:



Vatanın bu masum evladı, dertli geçinen ve feleğin çemberinden geçmiş fahişe/pezevenk edasıyla orda, burda durumlar güncelleyen ergen beyinlere ders olsun.

Ailesine bakan bu sevgili yurttaşım, ölüp ölmeyeceğini düşünerek değil de, ölürse ailesine kimin bakacağı derdiyle öldü belki de?



Lady Gaga'yı ebesine kadar tanımak için araştır ama kültürüne bir şey katacak coğrafya, tarih, hatta matematik formülünü bile araştırmaktan kaçın.

Sonra ''Bu ülke nereye gidiyor?''

Vatan; tivit girmekle, Beğen butonuna tıklamakla, Etkinlik Davetini Kabul Et butonuyla, sayfa beğenmek ile kurtarılsaydı Türkiye cennet olurdu!
Aptal olma, gerçekçi ol.

/* -----Bitiş-----*/