Sosyal Ağlarda Biz
English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified

++Sitene Ekle

15 Haziran 2015 Pazartesi

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''



Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde, büyük ülkelerin birbiriyle yaptığı sıcak savaşları geride bıraktık artık. Sıcak savaşların bu ülkelerin hem içinde hem de dışında ne gibi imaj zedelenmelerine yol açtığını ve bu ülkeleri nasıl bir kaosa sürüklediğini ABD'nin Irak operasyonu gösterdi 2000'li yılların başında. 

Kan kokusu burunlarımızın direğini sızlatırken hala vahşetin kokusunu almamış olanlarımıza, şu fotoğraflarla sezdirmek isteriz o günleri en azından: 



 

Postacı kapıyı iki kez, 'demokrasi' ise bir kez çalar! Çağımızda demokrasi, en yüzsüz misafirdir coğrafyalarda. Okyanus aşırı memleketlerden çeşitli diyarlara ithal edilen bir tutam demokrasi, bir gece ansızın çok yıldızlı bayrak taşıyan jetlerden iniverir tepenize.
Yer altındaki bütün kaynaklarınız yerin üstüne çıkarılıp aşırılırken, sizler canınızla birlikte gömülürsünüz aynı yerin altına.

Batılılar, kendilerine layık gördüğü yönetim biçiminin sadece ismini layık görüyor tüm bakir coğrafyalara. İşkenceyle, nefretle, kanla, dayakla, silahla, nefessiz çocuk bedenleriyle nasıl geliyor bu demokrasi diye soruyorsunuz, sorduğunuzla kalıyorsunuz...

Tüm bu vahşete rağmen nasıl oluyor da ABD, demokrasi bekçisi imajını zedelemeden koruyabiliyor peki? 

İnsanlar, diploma nedir bilmezken düşmanın postallarına insan üstü güçle karşılık verdiler; peki nasıl oluyor da çağımızın eğitimli insanı bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa ses çıkarmadan durabiliyor?

Ülkemiz gibi Batı'nın bakkalı durumuna düşürülmüş 'gelişmekte olan devlet'ler, henüz ağzını bile açmamışken tüm dünyada ve ülkede nasıl suçlanabiliyor çeşitli vahşetlerin mimarı olmakla? 

İşte bunun yanıtlarını arayacağız bu sefer:

Sıcak savaşların artan teknoloji ve değerlenen insan hayatıyla çok pahalıya kaçması, emperyalist ülkelerin biriktirdiği sermayeyi boşa harcaması anlamına geliyor artık.  
Bu yüzden çağımız, sıcaklığını terör örgütlerine devreden soğuk savaşların çağıdır. 

Güçlenip rakip olması muhtemel ülkeler (özellikle de stratejik öneme sahip ülkeler), sıcak savaşların yeni temsilcisi terör örgütleriyle eli kolu bağlı duruma getirilir önce. 

Fakat toplumlar, bu kirli oyunu çakarsa perde kapanır ve yeni baş rol oyuncusu artık bağımsızlık olur.
Bunun bilincinde olan Yeni Dünya Düzeni'nin senaristleri, kapanan sıcak savaş devrinde amaçlarına ulaşabilmek için zahmetsiz, masrafsız ama sıcak savaşların sonuçlarından daha kalıcı bir yöntem geliştirdiler: YUMUŞAK GÜÇ! (Soft Power)

Tecavüzcüye kendi rızamızla teslim olmamız anlamına gelebilecek bu yöntem, toplumların zihinlerini boşaltarak onları ışık görmüş tavşana çevirir. 
Boşalan zihinler, 'hayal endüstrisi' başta olmak üzere ülke topraklarında dolaşan zehirli zihniyetlerle doldurulup etkisiz hale getirilir. 
Sıcak savaşlarda kanının son zerresine kadar namusunu, onurunu, toprağını ve varlık hakkını korumuş insanlar, tüm benliklerini hiçlik uğruna severek terk ederler. 

Bugün bu yöntemlerden 'hayal endüstri'sinin başını Hollywood ve çıktıları çekmektedir! İlluminati diye yakındığımız şey ise işte bu emperyalizmin, boşalan zihinleri doldurmakla görevli ayağından başka bir şey değildir.

Ağlamasına tahammül edemediğimiz çocuklar, sussun diye karşısına oturttuğumuz zehir saçan çizgi filmleri izleyerek kişilik gelişiminden yoksun ve çeşitli değerleri cımbızlanmış şekilde büyüyorlar mesela bugün. 
Caillou veya Ben10 izleyen çocukların, nasıl hipnoz olmuş gibi bir anda sessizliğe büründüğünü birçok anne-baba söylüyor artık. 

Ya da Sünger Bob'un zeka geriliğine yol açtığı, psikolojik araştırmalara bile konu oldu! 

Bir zamanların çizgi-romanları ve kovboy filmleri, tüm dünyada Kızılderilileri nasıl uygarlık karşıtı gösterdi; hepimiz farkındayız bugün. 
Bu Kızılderili karşıtı propagandayla oyalanmış ve sessizleştirilmiş toplumlar, sistematik bir şekilde tüm Kızılderililerin nasıl yeryüzünden silindiğini göremediler. 
Görenler, görmeyenleri harekete bile geçiremedi! 

Bugün sanal ortamda en basit savaş oyununda bile ABD'nin hakimiyeti için savaşan orduların piyadesiyken çocuklarımız, gerçek hayatta kalıcı bir barışı ve inşa edilen karanlık düzene karşı yeni nesillerden kayda değer bir bilinci nasıl bekleyebiliriz? 

Sanallaşan bireyler, sanal toplumlar yaratıyor. Toplum olduğunu zanneden bireyler, çeşitli kutupların azılı temsilcileri haline getirilip kürenin bile ısındığı bu çağda buz kesen bir samimiyetsizliğe ve anlaşmazlığa hapsoluyorlar.

Nasıl ki ABD, tüm insanlığın bilincine karşı Irak ''Savaşı''nı barış diye diye yaptıysa ve tüm katliamlarını 'demorkasi' diye diye örttüyse, çağımız da en büyük kindarlığı 'kardeşlik' haykıranlarla, sinsi zihniyetlerini 'şeffaflık' derken bile gizleyenlerle ve insanın vicdanını donduran binbir çeşit propagandayla yapıyor bugün. 

Peki bu ''Yumuşak Güç'' ülkemize kadar ulaştı mı dersiniz?

Ulaşmasa, ulusal bayramlarda ay-yıldız dalgalandırmaya üşendiğimiz balkonlarımız en sıradan günde bile parti bayraklarıyla donatılmış olmazdı bugün. 

Ulaşmasa, dertlendiğimizde sığınabileceğimiz onca halk ve sanat müziğini elimizin tersiyle itip ne dediğini bile anlamadığımız 'şarkı'lara sığınmazdık bugün.
Ulaşmasa, huzur sudan daha rahmet sayılamazdı bu topraklarda. 


Tüm dünyada tüm insanların aynı anda aynı şeyleri okuyup aynı şeyleri dinlediğini hala göremiyor olamayız herhalde?
Bunu ''internet''e bağlayıp geçemeyeceğim, üzgünüm... Çünkü henüz bilgisayarın bulunmadığı ve televizyonun 't'sinin bilinmediği zamanlarda başladı bu 'küresel'lik!

Algılar, zevkler, izlenenler, okunanlar nasıl tek tipleştiriliyor sanıyoruz? Aynı kişilerin elinden çıkmış ve aynı anda 140 ülkede yayınlanan TV programları, bugün ülkemizde de süslüyorsa kanalları; sizce de Yumuşak Güç'ün en yumuşak tarafından okşanmıyor mu bağımsızlığımız?

Yalnızca emperyalizmin kültürel ayağı İlluminati mi boşaltıyor zihinlerimizi? Yalnız o mu yapıyor istediklerini, bizi kandırarak, bizi sindirerek? HAYIR!

Yumuşak Güç, artık tüm dünya ülkelerinde bir fenomen haline geldi ve ülke içinde ''Yumuşak Güç''ü halkına uygulayan ilk 20 devletten biridir bugün Türkiye! (Kaynak: Monocle Dergisi, 2012 Yumuşak Güç Anketi)
Halkına siyasi, ekonomik ve kültürel bir bilinç aşılayıp halkı bir güç haline getirmek yerine, yumuşak güç uygulayıp kendisini halkın üstüdne bir güç haline getiriyor 'kocabaş'lar bugün.

Nasıl mı yapıyorlar?

En güzel yalanları, en süslü şekilde söyleyip bir de bunları pazarlayacak medya kuruluşları bularak!
Bilir misiniz bilmem ama ülkemizin en gözde medya kuruluşları, 'holdinglerin yan sanayisi'dir bugün. Hem danaya girer gibi ihaleye girmekteler hem de halkı güya aydınlatmakta...

Hâl böyle olunca gerekli şahıslardan gerekli ihaleleri kapmak için de... Varsın gerisini siz doldurun!

Üstelik 'basında hukuki yabancı sermaye oranı', AKP iktidarı döneminde artırıldı. Hisselerinin çoğu bizim ulusumuzdan olmayan, 'ulusal' basın kuruluşlarımız var bugün! 


Öyle bir noktaya geldi ki Yumuşak Güç, 'vicdan' kelimesini sözlüklerinde bulunduran Türk toplumunda bile en büyük vicdansızlıklar mağduriyete, en büyük katiller maktüllere, en Allah'sızlarımız ise dini bütün ermişlere çevrilebiliyor bugün.

Durum aynen budur:



Daha geçtiğimiz dönemde en kıdemli askerlerimizin vatan hainliği ile yaftalanacakları soruşturmalara yaka paça nasıl alındıklarını gördük. Askerlerimize verip veriştirildi. Herkes darbe yapıp cami bombalayacaklarından emindi.
Aradan aylar, yıllar geçti ve birçok delil bulduklarını iddia edenler ''delil yetersizliği'' ile salıverdiler dünyanın en güçlü ordularından birinin en değerli parçalarını...

Ordu-Millet kültürüne sahip bir toplumda, eli dışarıda cebi içeride olan sözde 'Atatürkçü' pekçok 'Kenan' da geçti bu coğrafyadan. Onlar bile ordu adı altında işledikleri günahlarla yıpratamadılar bu kutsal kurumumuzu.

Ama bir çağ geldi ve bir manşetle hem dünyada hem ülkemizde 'tü kaka'' oluverdi Türk ordusu!

Dünyanın en seçkin savunma ordularından biri olan Türk ordusunun, namusuna girildi: Kozmik odalara!
Ordu, ''devlet sırrıdır'' dedi, ''Elini kolunu sallayan girmemeli...''.

Buna karşılık bazılarından: ''Savcı, TSK’ nın kozmik odasına giremezmiş, araştırma yapamazmış.Kimse kusura bakmasın,savcılar millet için heryere girer, herkesi soruşturur.'' cevabı geldi.

Fakat yola çıkmış ve içinde ne bulunduğu bilinmeyen MİT tırlarının durdurulup soruşturulması ile ilgili: ''Yargı devletin menfaati, milletin menfaati, kamunun menfaati ve o ülkenin topyekün politikaları konusunda ben canımın istediğini yaparım, istediğim zaman gider durdururum , üstelik 300 jandarma ve polisle giderim diyemez. Ben 300 jandarma ve polisle bir tırın durdurulduğunu ilk defa duyuyorum.'' diyebiliyordu kozmik odalar için yukarıdaki sözleri söyleyenler. 


Üstelik, sadece anayasada belirtilen şekilde MİT'e müdahale edilebileceğini söylediler, anayasal yetkiyi elinde bulunduran askeri başsavcının ''Kozmik odaya girilemez!'' talimatına rağmen kozmik odaları otobüs durağına çevirenler.

Yumuşak Güç'ün yerel aktörleri çeşitli!
Güzellemeler ile meleklerden rol çalanlarımız da var mesela...

Yayınladığı mal varlığı ile ''Ayy, canım, arabasını bile partisi için kullanıyor...'' dedirttirilen Selahattin Demirtaş'ın 'fakir'liğine acımayan kalmadı! Yağda pirinç kavurup onu ekmeğine katık eden fakirlerimizin içler acısı durumunu neyle tanımlayacağım ben bilemiyorum artık.

Yalan mı?

Haykırmıyor muydu kardeşi dağa kaçırılan acılı ailelerden Sevim Uçakay, eski BDP lideri, yeni HDP cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’a: “Senin çocuğun dizinin dibindeyse benim kız kardeşimi de getir. Tabii kendi çocukları Amerika’da okuyor” diye.

Kürt kökenli analarımızın çocukları dağda birer vampire çevrilirken kendi çocukları neoklasik mimariye sahip binalarda fink atıyorlar; yani 'halkların kardeşliği'ni çığırarak halkların zekasıyla alay ediyorlar. 


''Biz ırk siyaseti yapmıyoruz'' deyip tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı adayı olduğunu iddia eden Selahattin Demirtaş, Türkiye'nin en merkezi yerinde, Kadıköy'de (Taksim haricinde daha merkezi bir nokta olamaz belki sosyal açıdan) PKK çaputlarıyla ve tüm Türkiye'nin kanını akıtmış Apo'nun posterleriyle seçim mitingi yaptı geçen hafta.

En Türkiye olan yerlerden birinde, Kadıköy'de bile bu cani ve yıkıcı tavrı sergileyenler, Türkiye'nin nabzının bu sıralar durmaya başladığı yerlerde ''Tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı'' nasıl olabilirler bu üslup, bu içerik, bu tavır ve bu zihniyetle?
Oysa güzide holdinglerimizin güzide paralı kalemlerine bakacak olursanız, Selahattin Demirtaş mazlumların nefes alan son örneği ve kimlik siyaseti yapmayan ırkçılık karşıtı biri!

Yumuşak Güç, bilgi ve bilinçle donatılmış zihinlere sökmez; holding sahiplerine duyuruyoruz buradan. Yine kandıramadınız ve yine kandıramayacaksınız!

Bir de ''Demokrasi''yi kendilerine seçim sloganı yapmıyorlar mı... Eriyorsunuz!
Yıl 2014 ve Doğu'daki illerimizde PKK mahkemeleri kurulmuş, kişileri 'vatan hainliği' adı altında Kürdistan'a ihanet etmek suçuyla yargılayıp 'infaz makamlarınca' idam ediyorlar ve Doğu'da en çok oyu almış, Doğu'yu temsil ettiğini iddia eden ''demokrat''lar düşünce özgürlüğünün zerresine izin vermeyen bu faşizan yapıya gıklarını çıkarmıyor.

Oysa faşist ağalık sistemine karşı halkçı cumhuriyetin yerleştirilmeye çalışıldığı 1900'lerin ortalarındaki girişimleri, vahşet olarak niteleyebiliyorlar.
Yerseniz, baldan tatlı.
Yemezseniz, vicdanınız kahroluyor o ayrı. 


Kahrolan vicdanların altında ezileceğiniz günler yakın! Her köken ve dinden insanıyla bu ulus, ortak bilinç ve arzuyla verecek cevabınızı. 

Banu Avar'dan alıntı yapacak olursak: 
''Bissel, CIA’ nin Gizli hizmetler Direktörüydü. 1968'de yazdığı gizli raporda, toplumlara ‘sızma’ tekniğinden söz ediyordu. Rapora göre, hedef ülkelerde:

    1) Hükümetlere siyasal tavsiye ve danışmanlık,

    2) Tek tek şahıslarla temas, kişisel yardım uygulaması,

    3) Siyasal partilere maddi ve teknik yardım,

    4) İşçi sendikaları kooperativler ve özel örgütlenmeleri desteklemek,

    5) Kişilerin özel olarak eğitilmesi, EĞİTİM TAKASLARI,

    6) Ekonomik operasyonlar,

    7) Gizli propaganda,

    8) Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için askeri ya da siyasal operasyonlar ''

Hadi söyleyin bakalım hümanist kitle örgütleri, 'halkarın dostu' siyasetçiler, ağzı süt kokan solcular, işçi dışında her şeyle ilgilenen bölücü sendikalar ve temeli oynak 'aydın'larımız: Hangi hümanist, halkçı ve aydınlık tarafınızla ulusları hakimiyet altına almaya çalışan bu Yeni Dünya anlayışının her maddesinde iziniz var bugün?

Açılıp kapanan kutular...

Büyük hissedenler...
Ve hissedenleri izleyerek küçülen bizler.

Çocuklarımızı emanet ettiğimiz değer cımbızlayan çizgifilmler...

Amerikan ordusunun seçkin piyadeleri olarak yetiştirdiğimiz körpe bedenler... 

Itri'yi tanımayan ama Mozart'ın her bestesine aşina kulaklar...

Türkçeyi ikinci dili gibi konuşup yazan ama söz konusu İngilizce olunca dil bilgisi ve telaffuz yardıran dil yetenekleri...

İşgal ordusunun ayak basmaya korktuğu topraklarda gönüllü olarak adını işgal ordularına yazdıran bizler kısaca!

Amerikalı Yeni Dünya Düzeni senaristlerinden Max Von Thornburg, 1947'de ‘Türkiye’ye niçin yardım etmeli?’ başlıklı raporunda ''İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun'' altını çizmişti.
Bugün 'ideoloji' adı altında yaşadığımız 'idea' kıtlığının sebebini görmeliyiz artık.

Bizi, bize düşman kılan her türlü fikrin, perde arkasındaki asıl düşmana nasıl hizmet ettiğini bilmeyenimiz kalmamalı!
Bu yolda coğrafyasının iyiliğini isteyen her zihin, 'ulusal' olana hizmet için elini taşın altına bir an önce koymalı artık. Çünkü bizi bu hallere sokan 'küresellik' adı altında yapılan Amerikan seviciliği ve bağımsızlık düşmanlığı, ancak karşı tezi olan 'ulusallık' ile mağlup edilebilir.

Selahattin Demirtaş ve diğer 'ulusallık' karşıtı bölücü korolar, gece gündüz demeden üniversitelerimizde, televizyonlarımızda, gazetelerimizde ve sokaklarımızda zaten halkarın ortak çatısı olan Türklüğe karşı çıkıp ''halklar birliği''nden bahsederken, ''federasyon'' derken, ''eyalet'' derken CIA istasyon şefi Paul Henze'in ''Türk halkına sabah akşam ‘federasyondan’ bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!'' sözleri dikkatle hatırlanmalıdır.


Hatırlamak istemiyor muyuz tüm bu çirkin davaları?
O zaman çok edebiyatını yaptığımız tarih ve insanlık da bizi hatırlamayacak demektir!

Bu yolda herhangi bir 'dert' sahibi değil miyiz?
Öyleyse insanlık erdemine parazit teşkil eden bir 'çok hücreli'den daha fazlası da olamayacağız.

Aldığınız nefesi verdiğiniz her saniye, ciğerlerinize şükretsin bu dünya, bu doğa, bu insanlık...
Bizi yine biz, ülkemizi yine ulusumuz, dünyayı yine insanlık kurtaracak. Vakit, el ele verme vaktidir o halde!

Parmaklarımızı başka parmaklarla kenetlemeye başladığımız gün, bizi en ağır zırhlı ordular bile mağlup edemeyecek sonsuz barışın aydınlık cephesinde. 

Bendeniz Üçüncü Şahıs.
Şahsen el uzatıyorum, ya siz? 


Kaynaklar:

PKK’nın ‘askeri mahkemesi’, Fikret Bila.2012 Yumuşak Güç Anketi, Monocle Dergisi
Küçük Adamlara Büyük Oyunlar, Ömür Kurt

Sızma Operasyonu Ve ‘Kültürel İğdiş',  Banu Avar
Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer (Mutlaka Okunmalıdır!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder



/*-----3 sütun değil 4 sütun istiyorum diyenlere-----*/

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''

Yeni Dünya Düzeni ve ''Yumuşak Güç''



Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde, büyük ülkelerin birbiriyle yaptığı sıcak savaşları geride bıraktık artık. Sıcak savaşların bu ülkelerin hem içinde hem de dışında ne gibi imaj zedelenmelerine yol açtığını ve bu ülkeleri nasıl bir kaosa sürüklediğini ABD'nin Irak operasyonu gösterdi 2000'li yılların başında. 

Kan kokusu burunlarımızın direğini sızlatırken hala vahşetin kokusunu almamış olanlarımıza, şu fotoğraflarla sezdirmek isteriz o günleri en azından: 



 

Postacı kapıyı iki kez, 'demokrasi' ise bir kez çalar! Çağımızda demokrasi, en yüzsüz misafirdir coğrafyalarda. Okyanus aşırı memleketlerden çeşitli diyarlara ithal edilen bir tutam demokrasi, bir gece ansızın çok yıldızlı bayrak taşıyan jetlerden iniverir tepenize.
Yer altındaki bütün kaynaklarınız yerin üstüne çıkarılıp aşırılırken, sizler canınızla birlikte gömülürsünüz aynı yerin altına.

Batılılar, kendilerine layık gördüğü yönetim biçiminin sadece ismini layık görüyor tüm bakir coğrafyalara. İşkenceyle, nefretle, kanla, dayakla, silahla, nefessiz çocuk bedenleriyle nasıl geliyor bu demokrasi diye soruyorsunuz, sorduğunuzla kalıyorsunuz...

Tüm bu vahşete rağmen nasıl oluyor da ABD, demokrasi bekçisi imajını zedelemeden koruyabiliyor peki? 

İnsanlar, diploma nedir bilmezken düşmanın postallarına insan üstü güçle karşılık verdiler; peki nasıl oluyor da çağımızın eğitimli insanı bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa ses çıkarmadan durabiliyor?

Ülkemiz gibi Batı'nın bakkalı durumuna düşürülmüş 'gelişmekte olan devlet'ler, henüz ağzını bile açmamışken tüm dünyada ve ülkede nasıl suçlanabiliyor çeşitli vahşetlerin mimarı olmakla? 

İşte bunun yanıtlarını arayacağız bu sefer:

Sıcak savaşların artan teknoloji ve değerlenen insan hayatıyla çok pahalıya kaçması, emperyalist ülkelerin biriktirdiği sermayeyi boşa harcaması anlamına geliyor artık.  
Bu yüzden çağımız, sıcaklığını terör örgütlerine devreden soğuk savaşların çağıdır. 

Güçlenip rakip olması muhtemel ülkeler (özellikle de stratejik öneme sahip ülkeler), sıcak savaşların yeni temsilcisi terör örgütleriyle eli kolu bağlı duruma getirilir önce. 

Fakat toplumlar, bu kirli oyunu çakarsa perde kapanır ve yeni baş rol oyuncusu artık bağımsızlık olur.
Bunun bilincinde olan Yeni Dünya Düzeni'nin senaristleri, kapanan sıcak savaş devrinde amaçlarına ulaşabilmek için zahmetsiz, masrafsız ama sıcak savaşların sonuçlarından daha kalıcı bir yöntem geliştirdiler: YUMUŞAK GÜÇ! (Soft Power)

Tecavüzcüye kendi rızamızla teslim olmamız anlamına gelebilecek bu yöntem, toplumların zihinlerini boşaltarak onları ışık görmüş tavşana çevirir. 
Boşalan zihinler, 'hayal endüstrisi' başta olmak üzere ülke topraklarında dolaşan zehirli zihniyetlerle doldurulup etkisiz hale getirilir. 
Sıcak savaşlarda kanının son zerresine kadar namusunu, onurunu, toprağını ve varlık hakkını korumuş insanlar, tüm benliklerini hiçlik uğruna severek terk ederler. 

Bugün bu yöntemlerden 'hayal endüstri'sinin başını Hollywood ve çıktıları çekmektedir! İlluminati diye yakındığımız şey ise işte bu emperyalizmin, boşalan zihinleri doldurmakla görevli ayağından başka bir şey değildir.

Ağlamasına tahammül edemediğimiz çocuklar, sussun diye karşısına oturttuğumuz zehir saçan çizgi filmleri izleyerek kişilik gelişiminden yoksun ve çeşitli değerleri cımbızlanmış şekilde büyüyorlar mesela bugün. 
Caillou veya Ben10 izleyen çocukların, nasıl hipnoz olmuş gibi bir anda sessizliğe büründüğünü birçok anne-baba söylüyor artık. 

Ya da Sünger Bob'un zeka geriliğine yol açtığı, psikolojik araştırmalara bile konu oldu! 

Bir zamanların çizgi-romanları ve kovboy filmleri, tüm dünyada Kızılderilileri nasıl uygarlık karşıtı gösterdi; hepimiz farkındayız bugün. 
Bu Kızılderili karşıtı propagandayla oyalanmış ve sessizleştirilmiş toplumlar, sistematik bir şekilde tüm Kızılderililerin nasıl yeryüzünden silindiğini göremediler. 
Görenler, görmeyenleri harekete bile geçiremedi! 

Bugün sanal ortamda en basit savaş oyununda bile ABD'nin hakimiyeti için savaşan orduların piyadesiyken çocuklarımız, gerçek hayatta kalıcı bir barışı ve inşa edilen karanlık düzene karşı yeni nesillerden kayda değer bir bilinci nasıl bekleyebiliriz? 

Sanallaşan bireyler, sanal toplumlar yaratıyor. Toplum olduğunu zanneden bireyler, çeşitli kutupların azılı temsilcileri haline getirilip kürenin bile ısındığı bu çağda buz kesen bir samimiyetsizliğe ve anlaşmazlığa hapsoluyorlar.

Nasıl ki ABD, tüm insanlığın bilincine karşı Irak ''Savaşı''nı barış diye diye yaptıysa ve tüm katliamlarını 'demorkasi' diye diye örttüyse, çağımız da en büyük kindarlığı 'kardeşlik' haykıranlarla, sinsi zihniyetlerini 'şeffaflık' derken bile gizleyenlerle ve insanın vicdanını donduran binbir çeşit propagandayla yapıyor bugün. 

Peki bu ''Yumuşak Güç'' ülkemize kadar ulaştı mı dersiniz?

Ulaşmasa, ulusal bayramlarda ay-yıldız dalgalandırmaya üşendiğimiz balkonlarımız en sıradan günde bile parti bayraklarıyla donatılmış olmazdı bugün. 

Ulaşmasa, dertlendiğimizde sığınabileceğimiz onca halk ve sanat müziğini elimizin tersiyle itip ne dediğini bile anlamadığımız 'şarkı'lara sığınmazdık bugün.
Ulaşmasa, huzur sudan daha rahmet sayılamazdı bu topraklarda. 


Tüm dünyada tüm insanların aynı anda aynı şeyleri okuyup aynı şeyleri dinlediğini hala göremiyor olamayız herhalde?
Bunu ''internet''e bağlayıp geçemeyeceğim, üzgünüm... Çünkü henüz bilgisayarın bulunmadığı ve televizyonun 't'sinin bilinmediği zamanlarda başladı bu 'küresel'lik!

Algılar, zevkler, izlenenler, okunanlar nasıl tek tipleştiriliyor sanıyoruz? Aynı kişilerin elinden çıkmış ve aynı anda 140 ülkede yayınlanan TV programları, bugün ülkemizde de süslüyorsa kanalları; sizce de Yumuşak Güç'ün en yumuşak tarafından okşanmıyor mu bağımsızlığımız?

Yalnızca emperyalizmin kültürel ayağı İlluminati mi boşaltıyor zihinlerimizi? Yalnız o mu yapıyor istediklerini, bizi kandırarak, bizi sindirerek? HAYIR!

Yumuşak Güç, artık tüm dünya ülkelerinde bir fenomen haline geldi ve ülke içinde ''Yumuşak Güç''ü halkına uygulayan ilk 20 devletten biridir bugün Türkiye! (Kaynak: Monocle Dergisi, 2012 Yumuşak Güç Anketi)
Halkına siyasi, ekonomik ve kültürel bir bilinç aşılayıp halkı bir güç haline getirmek yerine, yumuşak güç uygulayıp kendisini halkın üstüdne bir güç haline getiriyor 'kocabaş'lar bugün.

Nasıl mı yapıyorlar?

En güzel yalanları, en süslü şekilde söyleyip bir de bunları pazarlayacak medya kuruluşları bularak!
Bilir misiniz bilmem ama ülkemizin en gözde medya kuruluşları, 'holdinglerin yan sanayisi'dir bugün. Hem danaya girer gibi ihaleye girmekteler hem de halkı güya aydınlatmakta...

Hâl böyle olunca gerekli şahıslardan gerekli ihaleleri kapmak için de... Varsın gerisini siz doldurun!

Üstelik 'basında hukuki yabancı sermaye oranı', AKP iktidarı döneminde artırıldı. Hisselerinin çoğu bizim ulusumuzdan olmayan, 'ulusal' basın kuruluşlarımız var bugün! 


Öyle bir noktaya geldi ki Yumuşak Güç, 'vicdan' kelimesini sözlüklerinde bulunduran Türk toplumunda bile en büyük vicdansızlıklar mağduriyete, en büyük katiller maktüllere, en Allah'sızlarımız ise dini bütün ermişlere çevrilebiliyor bugün.

Durum aynen budur:



Daha geçtiğimiz dönemde en kıdemli askerlerimizin vatan hainliği ile yaftalanacakları soruşturmalara yaka paça nasıl alındıklarını gördük. Askerlerimize verip veriştirildi. Herkes darbe yapıp cami bombalayacaklarından emindi.
Aradan aylar, yıllar geçti ve birçok delil bulduklarını iddia edenler ''delil yetersizliği'' ile salıverdiler dünyanın en güçlü ordularından birinin en değerli parçalarını...

Ordu-Millet kültürüne sahip bir toplumda, eli dışarıda cebi içeride olan sözde 'Atatürkçü' pekçok 'Kenan' da geçti bu coğrafyadan. Onlar bile ordu adı altında işledikleri günahlarla yıpratamadılar bu kutsal kurumumuzu.

Ama bir çağ geldi ve bir manşetle hem dünyada hem ülkemizde 'tü kaka'' oluverdi Türk ordusu!

Dünyanın en seçkin savunma ordularından biri olan Türk ordusunun, namusuna girildi: Kozmik odalara!
Ordu, ''devlet sırrıdır'' dedi, ''Elini kolunu sallayan girmemeli...''.

Buna karşılık bazılarından: ''Savcı, TSK’ nın kozmik odasına giremezmiş, araştırma yapamazmış.Kimse kusura bakmasın,savcılar millet için heryere girer, herkesi soruşturur.'' cevabı geldi.

Fakat yola çıkmış ve içinde ne bulunduğu bilinmeyen MİT tırlarının durdurulup soruşturulması ile ilgili: ''Yargı devletin menfaati, milletin menfaati, kamunun menfaati ve o ülkenin topyekün politikaları konusunda ben canımın istediğini yaparım, istediğim zaman gider durdururum , üstelik 300 jandarma ve polisle giderim diyemez. Ben 300 jandarma ve polisle bir tırın durdurulduğunu ilk defa duyuyorum.'' diyebiliyordu kozmik odalar için yukarıdaki sözleri söyleyenler. 


Üstelik, sadece anayasada belirtilen şekilde MİT'e müdahale edilebileceğini söylediler, anayasal yetkiyi elinde bulunduran askeri başsavcının ''Kozmik odaya girilemez!'' talimatına rağmen kozmik odaları otobüs durağına çevirenler.

Yumuşak Güç'ün yerel aktörleri çeşitli!
Güzellemeler ile meleklerden rol çalanlarımız da var mesela...

Yayınladığı mal varlığı ile ''Ayy, canım, arabasını bile partisi için kullanıyor...'' dedirttirilen Selahattin Demirtaş'ın 'fakir'liğine acımayan kalmadı! Yağda pirinç kavurup onu ekmeğine katık eden fakirlerimizin içler acısı durumunu neyle tanımlayacağım ben bilemiyorum artık.

Yalan mı?

Haykırmıyor muydu kardeşi dağa kaçırılan acılı ailelerden Sevim Uçakay, eski BDP lideri, yeni HDP cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’a: “Senin çocuğun dizinin dibindeyse benim kız kardeşimi de getir. Tabii kendi çocukları Amerika’da okuyor” diye.

Kürt kökenli analarımızın çocukları dağda birer vampire çevrilirken kendi çocukları neoklasik mimariye sahip binalarda fink atıyorlar; yani 'halkların kardeşliği'ni çığırarak halkların zekasıyla alay ediyorlar. 


''Biz ırk siyaseti yapmıyoruz'' deyip tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı adayı olduğunu iddia eden Selahattin Demirtaş, Türkiye'nin en merkezi yerinde, Kadıköy'de (Taksim haricinde daha merkezi bir nokta olamaz belki sosyal açıdan) PKK çaputlarıyla ve tüm Türkiye'nin kanını akıtmış Apo'nun posterleriyle seçim mitingi yaptı geçen hafta.

En Türkiye olan yerlerden birinde, Kadıköy'de bile bu cani ve yıkıcı tavrı sergileyenler, Türkiye'nin nabzının bu sıralar durmaya başladığı yerlerde ''Tüm Türkiye'nin cumhurbaşkanı'' nasıl olabilirler bu üslup, bu içerik, bu tavır ve bu zihniyetle?
Oysa güzide holdinglerimizin güzide paralı kalemlerine bakacak olursanız, Selahattin Demirtaş mazlumların nefes alan son örneği ve kimlik siyaseti yapmayan ırkçılık karşıtı biri!

Yumuşak Güç, bilgi ve bilinçle donatılmış zihinlere sökmez; holding sahiplerine duyuruyoruz buradan. Yine kandıramadınız ve yine kandıramayacaksınız!

Bir de ''Demokrasi''yi kendilerine seçim sloganı yapmıyorlar mı... Eriyorsunuz!
Yıl 2014 ve Doğu'daki illerimizde PKK mahkemeleri kurulmuş, kişileri 'vatan hainliği' adı altında Kürdistan'a ihanet etmek suçuyla yargılayıp 'infaz makamlarınca' idam ediyorlar ve Doğu'da en çok oyu almış, Doğu'yu temsil ettiğini iddia eden ''demokrat''lar düşünce özgürlüğünün zerresine izin vermeyen bu faşizan yapıya gıklarını çıkarmıyor.

Oysa faşist ağalık sistemine karşı halkçı cumhuriyetin yerleştirilmeye çalışıldığı 1900'lerin ortalarındaki girişimleri, vahşet olarak niteleyebiliyorlar.
Yerseniz, baldan tatlı.
Yemezseniz, vicdanınız kahroluyor o ayrı. 


Kahrolan vicdanların altında ezileceğiniz günler yakın! Her köken ve dinden insanıyla bu ulus, ortak bilinç ve arzuyla verecek cevabınızı. 

Banu Avar'dan alıntı yapacak olursak: 
''Bissel, CIA’ nin Gizli hizmetler Direktörüydü. 1968'de yazdığı gizli raporda, toplumlara ‘sızma’ tekniğinden söz ediyordu. Rapora göre, hedef ülkelerde:

    1) Hükümetlere siyasal tavsiye ve danışmanlık,

    2) Tek tek şahıslarla temas, kişisel yardım uygulaması,

    3) Siyasal partilere maddi ve teknik yardım,

    4) İşçi sendikaları kooperativler ve özel örgütlenmeleri desteklemek,

    5) Kişilerin özel olarak eğitilmesi, EĞİTİM TAKASLARI,

    6) Ekonomik operasyonlar,

    7) Gizli propaganda,

    8) Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için askeri ya da siyasal operasyonlar ''

Hadi söyleyin bakalım hümanist kitle örgütleri, 'halkarın dostu' siyasetçiler, ağzı süt kokan solcular, işçi dışında her şeyle ilgilenen bölücü sendikalar ve temeli oynak 'aydın'larımız: Hangi hümanist, halkçı ve aydınlık tarafınızla ulusları hakimiyet altına almaya çalışan bu Yeni Dünya anlayışının her maddesinde iziniz var bugün?

Açılıp kapanan kutular...

Büyük hissedenler...
Ve hissedenleri izleyerek küçülen bizler.

Çocuklarımızı emanet ettiğimiz değer cımbızlayan çizgifilmler...

Amerikan ordusunun seçkin piyadeleri olarak yetiştirdiğimiz körpe bedenler... 

Itri'yi tanımayan ama Mozart'ın her bestesine aşina kulaklar...

Türkçeyi ikinci dili gibi konuşup yazan ama söz konusu İngilizce olunca dil bilgisi ve telaffuz yardıran dil yetenekleri...

İşgal ordusunun ayak basmaya korktuğu topraklarda gönüllü olarak adını işgal ordularına yazdıran bizler kısaca!

Amerikalı Yeni Dünya Düzeni senaristlerinden Max Von Thornburg, 1947'de ‘Türkiye’ye niçin yardım etmeli?’ başlıklı raporunda ''İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun'' altını çizmişti.
Bugün 'ideoloji' adı altında yaşadığımız 'idea' kıtlığının sebebini görmeliyiz artık.

Bizi, bize düşman kılan her türlü fikrin, perde arkasındaki asıl düşmana nasıl hizmet ettiğini bilmeyenimiz kalmamalı!
Bu yolda coğrafyasının iyiliğini isteyen her zihin, 'ulusal' olana hizmet için elini taşın altına bir an önce koymalı artık. Çünkü bizi bu hallere sokan 'küresellik' adı altında yapılan Amerikan seviciliği ve bağımsızlık düşmanlığı, ancak karşı tezi olan 'ulusallık' ile mağlup edilebilir.

Selahattin Demirtaş ve diğer 'ulusallık' karşıtı bölücü korolar, gece gündüz demeden üniversitelerimizde, televizyonlarımızda, gazetelerimizde ve sokaklarımızda zaten halkarın ortak çatısı olan Türklüğe karşı çıkıp ''halklar birliği''nden bahsederken, ''federasyon'' derken, ''eyalet'' derken CIA istasyon şefi Paul Henze'in ''Türk halkına sabah akşam ‘federasyondan’ bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!'' sözleri dikkatle hatırlanmalıdır.


Hatırlamak istemiyor muyuz tüm bu çirkin davaları?
O zaman çok edebiyatını yaptığımız tarih ve insanlık da bizi hatırlamayacak demektir!

Bu yolda herhangi bir 'dert' sahibi değil miyiz?
Öyleyse insanlık erdemine parazit teşkil eden bir 'çok hücreli'den daha fazlası da olamayacağız.

Aldığınız nefesi verdiğiniz her saniye, ciğerlerinize şükretsin bu dünya, bu doğa, bu insanlık...
Bizi yine biz, ülkemizi yine ulusumuz, dünyayı yine insanlık kurtaracak. Vakit, el ele verme vaktidir o halde!

Parmaklarımızı başka parmaklarla kenetlemeye başladığımız gün, bizi en ağır zırhlı ordular bile mağlup edemeyecek sonsuz barışın aydınlık cephesinde. 

Bendeniz Üçüncü Şahıs.
Şahsen el uzatıyorum, ya siz? 


Kaynaklar:

PKK’nın ‘askeri mahkemesi’, Fikret Bila.2012 Yumuşak Güç Anketi, Monocle Dergisi
Küçük Adamlara Büyük Oyunlar, Ömür Kurt

Sızma Operasyonu Ve ‘Kültürel İğdiş',  Banu Avar
Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer (Mutlaka Okunmalıdır!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

/* -----Bitiş-----*/